Viyana
Viyana, Avrupa’nın en elit kentlerinden biri. Kutsal Roma Cermen, Avusturya-Macaristan İmparatorluğu gibi Avrupa’nın tarihteki en önemli imparatorluklarından bazılarını yöneten Habsburg Hanedanı’nın başkenti sayılan bu şehir, doğal olarak bu ünlü hanedanın getirdiği birçok zenginliği barındırıyor. En az bunun kadar önemlisi, bu kent Avrupa’nın sanat tarihinin en önemli merkezlerinden biri, belki de birincisi. Klasik müziğin başkenti diyebileceğimiz Viyana; Mozart, Bethoveen, Haydn, Strauss, Schubert gibi efsanelerin de mirasını taşıyor.
Böyle bakınca iyi ki Osmanlılar olarak Viyana’nın kapılarından dönmüşüz de dünya kültür mirasına bu anlamda bir katkımız olmuş 🙂 Tartışmalı bir başka görüşe göre Viyana kuşatmalarından bıraktıklarımızla Viyana’ya ve tüm Avrupa’ya başka bir katkımız daha olmuş: Kuşatmayı bırakıp geri dönerken bıraktığımız kahve çuvalları Viyanalılar tarafından keşfedilmiş ve kahve Viyana’dan tüm Avrupa’ya yayılmış. Başka türlü de olmuş olabilir elbette ama böyle olmadığını da kim iddia edebilir ki 🙂 Tartışmasız bir gerçek olansa şu; kurulduğu ilk dönemlerin kahvehaneleri günümüzün kafeleri Viyana’nın şehir ve sanat kültüründe her zaman önemli bir yere sahip olmuş. Günümüzde de bu kültürün yaşadığını görebiliyorsunuz, aşağıda bazılarından detaylıca bahsedilecek 🙂
10 yıl arayla yapılan iki gezi sonrası artık Viyana’yı anlatma zamanı…
Innere Stadt
Avrupa’yı neredeyse baştan aşağı dolaşan Tuna Nehri, Viyana’yı da es geçmiyor. Ancak Viyana; Budapeşte, Bratislava ya da Belgrad gibi başkentlerin aksine Tuna’ya biraz masefeli yaklaşmış, eski şehir merkezi nehrin biraz batısına kurulmuş. Viyana’nın eski şehir merkezi olan Innere Stadt‘ı Tuna’nın bulunduğu taraftaki Schwedenplatz‘dan girerek gezmeye başlıyoruz…

Innere Stadt’ta irili ufaklı birçok meydan bulunuyor. Çoğunluğu da sanat eserleriyle bezenmiş. İlk durağımız olan Hoher Markt‘ta şehre ait özel eserlerden ikisi bulunuyor. İki binayı birbirine bağlayan bir geçit üzerine yerleştirilmiş Ankeuhr, kıymetli ve özel bir saat. 1911 yılında bir sigorta şirketi yılında yaptırılan bu saat günümüzde şehrin simgelerinden birine dönüşmüş. Hareketli saat tasarımı üzerinde Maria Theresa, Prens Eugene, Joseph Haydn ve Charlemagne’a ait figürler bulunuyor. Meydanın ortasındaki Vermählungsbrunnen ise “düğün çeşmesi” anlamına gelse de aslında 1732 yılında St.Joseph’e duyulan şükran amacıyla dikilmiş.

Hoher Markt’ın devamında günümüzde Avusturya Arşivleri’ne ev sahipliği yapan Eski Belediye Binası (Altes Rathaus) yer alıyor. Karşısındaki sokaktan ilerleyince zamanında kentin Yahudi Mahallesi’nin merkezi olan Judenplatz‘a çıkılıyor. Meydanın ortasında II.Dünya Savaşı sürecinde öldürülen 65.000 Avusturya Yahudisi’nin anısına ters çevrilmiş bir kütüphane şeklinde tasarlanan bir anıt dikilmiş. Anıtın temelinin çevresine de bu insanların gönderildiği Nazi kamplarının isimleri yazılmış. Bu bölgede Judenplatz Museum Wien‘ı ve kentin ayakta kalan tek sinagogunu ziyaret edebilir, meydanın tarihçesi ve yaşananlar hakkında daha detaylı bilgi alabilirsiniz.

Judenplatz’ın biraz ilerisindeki Platz am Hof eski kentin bir diğer şirin meydanı. Burada görülecekler arasında meydanla aynı isme sahip Am Hof Kilisesi, Uhrenmuseum (Saat Müzesi) ve Mariensäule (Meryem Ana Sütunu) yer alıyor. Am Hof Kilisesi küçük de olsa tarihte ayrı bir yeri var; burası 1806 yılında Kutsal Roma İmparatorluğu’nun sonunun ilan edildiği yer.
Domkirche St. Stephan
Innere Stadt’ın hiç kuşkusuz en güzel ve hareketli meydanı Stephanplatz, adını tarihi katedralden alıyor. St.Stephan Katedrali şehrin bir nevi kalbi, eski şehrin sokaklarında gezerken kendinizi ister istemez katedral meydanında buluyorsunuz. 800 yılı aşkın bir süredir ayakta olan katedral, romanesk-gotik mimarisi, mavi-sarı-beyaz desenli çatısı ve 137 metrelik kulesiyle oldukça ihtişamlı.

13.yüzyılda katedralin inşasına başlandığında kazı alanında bulunan ve sonradan bir mamuta ait olduğu anlaşılan kaval kemiği büyük ana kapıya ismini vermiş: Riesentor. 20 tonluk kilise çanıysa 17.yüzyılda Osmanlı kuşatması sonrasında ele geçen topların dökülmesiyle yapılmış. 343 adet basamağı çıkmayı göze alırsanız çan kulesinden açık havada Çek Cumhuriyeti toprakları ve Alpler görülebiliyor.

Mozart Haus
Viyana’da görülecekler listesinin en üst sıralarında olması gereken Mozart Haus, katedralin hemen arkasındaki sokakta yer alıyor. Mozart ve ailesinin 1784-1787 yılları arasında 3 yıl boyunca yaşadığı bu ev, büyük sanatçının şehirde ikamet ettiği günümüze kadar ayakta kalan yegane yapı.

Üç katlı yapının her bir katı ayrı konseptlere ayrılmış; Mozart’ın yaşadığı dönemde Viyana, Mozart’ın müzik dünyası ve Mozart ailesinin eviyle ilgili detaylara ayrı katlarda yer verilmiş. Mozart Haus’da sanatçının bu evde yaşarken bestelediği Figaro’nun Düğünü operası ile ilgili anlatılar, Joseph Haydn’la yaptığı çalışmalar ve Mozart’ın el yazması notaları meraklılarının ilgisini fazlasıyla çekecektir. Buraya gelmişken konser salonuna çevrilmiş bodrum katında kendinize bir klasik müzik ziyafeti çekebilirsiniz. Belirli günlerde bir trionun gerçekleştirdiği performanslarda enfes klasik eserleri dinlemekle kalmayıp eserlerin hikayeleri hakkında da ilginç bilgiler edinmek mümkün oluyor.
(Yeri gelmişken küçük bir not: Klasik müziğin başkenti olan Viyana’da, konserler için elbette çok farklı seçenekler var. İlgi alanınıza, bütçenize, gezi tarihi ve planlamanıza göre bu alternatifleri değerlendirip biletlerinizi önceden almanızı tavsiye ederim. Şu link üzerinden araştırabilirsiniz: https://www.viennaclassic.com/en/)

Mozart Haus ve St.Stephan Katedrali’nin hemen yakınında bulunan Lugeck Meydanı güzel kafelerinde vakit geçirebileceğiniz yine tarihi bir alan. 300 yıl önce bu meydanın yakalanan hırsızların asıldığı bir yer olduğunu günümüzde hayal etmek pek olası değil…

Lugeck’teki mekanlarda vakit geçirmek cazip gelse de gelmese de şunu mutlaka yapın: Meydanın yanında kalan sokaktan Fleischmarkt’a geçin ve Griechenbeisl tavernasını bulun. Hikayesine gelince; geçmişi 15.yüzyıla kadar uzanan, başlangıçta ağırlıkla Yunan ve Levanten tüccarlara hizmet veren Griechenbeisl, zamanla sanatçıların uğrak yeri olmuş. Geçmişteki ünlü müdavimleri arasında Mozart, Beethoven, Schubert, Strauss gibi müzisyenler ve Mark Twain gibi yazarlar bulunuyor. Hatta Twain öyküsü Milyon Dolarlık Banknot’u burada yazmış. Göreceksiniz; atmosferi geçmişin izlerini fazlasıyla taşıyor…


Viyana’nın mekanlarından bahsetmeye başlamışken, Stephanplatz’ta uğramayı isteyebileceğiniz Demel ve Figlmüller‘e de değinmek gerek. Aslında Viyana’ya mal olmuş bu iki işletme de, sadece tek bir lokasyonda değil şehrin çeşitli yerlerindeki şubeleriyle hizmet veriyor. Dolayısıyla küçük bir araştırma ile size uygun olan lokasyonu tercih edebilirsiniz.
Demel, kentin en ünlü kafelerinden biri. Özel ürünü ise soslu elma tatlısı. Bunu yemek için illa kafede oturmak için sıra beklemenize gerek yok, elde götürüp dışarıda yemek için özel bir servisleri var. Bunun için de birazcık sıra beklemeyi göze almak lazım orası ayrı 🙂 Kişisel fikrimi sorarsanız bu tatlının çok da bir numarası yok derim…Figlmüller ise Viyana’nın en ünlü şinitzelcilerinden biri. Kentin spesiyal yemeği olan şinitzeli mutlaka denemelisiniz. Biz Griechenbeisl deneyimi sonrası Figlmüller’de ayrı bir şinitzel deneyimine ihtiyaç duymasak da tercih sizin.


Viyana’nın kafe ve restorantları için bir önemli not: Eğer önden rezervasyon yaptırmazsanız, çat kapı gittiğinizde yer bulma ihtimaliniz çok düşük olacaktır. Online olarak kontrol ettiğinizde bazılarının günler, haftalar boyu müsait olmadığını göreceksiniz. Dolayısıyla siz siz olun mutlaka görmek istedikleriniz için henüz Viyana’ya gelmeden, günler öncesinden rezervasyonunuzu yapın. Yazı boyunca bahsedilen çoğu mekan için bu durumun geçerli olduğunu unutmayın.
Graben
Stephanplatz’tan kuzey batıya uzanan Graben, Viyana’nın en ikonik caddelerinden biri. Eskiden Yahudi Mahallesi’nin bir parçası olan bu cadde “Graben nymphaları” olarka anılan fahişeleriyle öne çıkıyormuş. Günümüzdeyse pahalı mağazaları, kafeleri ve tarihi dokusu ile tam bir cazibe merkezi.

Graben üzerinde yürürken birçok heykelle de karşılaşıyorsunuz. Bunlardan en öne çıkanı 1679 yılında şehrin veba salgınından kurtulmasına ithaf edilen Pestsaule (Veba Sütunu), önünde durup detaylıca seyredilmeyi kesinlikle hak ediyor. Diğer iki heykelse birbirine çok benzer şekilde dizayna sahip ve azizlere adanmış iki çeşme: Josefsbrunnen ve Leopoldsbrunnen. Yine 300 yıllık geçmişiyle oldukça tarihi bir kilise olan ve barok mimarisi ile dikkat çeken Peterskirche (Aziz Petrus Kilisesi) Graben’de görülecekler arasında.

Graben’de Viyana’nın tarihi kahvehanelerinden biri olan Cafe Hawelka güzel bir uğrak noktası olabilir. Leopold Hawelka tarafından kurulan ve eşi Josefine Hawelka tarafından on yıllar boyu işletilen bu kafe, şehrin önde gelen sanatçılarının müdavimi olduğu bir mekanmış. Cafe Hawelka’da kahvenizi yudumlarken halen yaşatılan sanatsal atmosferi içinize çekebilirisiniz…

Kohlmarkt
Graben’in bitiminde bir ucu Hofburg Sarayı’na uzanan Kohlmarkt başlıyor. Graben ve Karntner Strasse ile beraber “Altın U” olarak anılan bu ünlü caddede dünyaca ünlü en ünlü markalara ait sağlı sollu mağazalar bulunuyor.

Kohlmarkt’ta Demel’in en popüler şubelerinden birinin yanı sıra, şehrin ünlü ve tarihi kafelerinden Julius Meinl Am Graben bulunuyor. Bunun yanı sıra dünyaca ünlü müzisyen Frederic Chopin’in Viyana’da yaşadığı apartman Kohlmarkt’ta bulunuyor, dikkatli olursanız bina üzerindeki bilgilendirme görseli dikkatinizi çekecektir 🙂 Buna benzer bir durum Karntner Strasse ‘de bulunan Hotel Sacher üzerinde Vivaldi için de görülebilir.


Tartışmasız Viyana’nın en ünlü kafesi olan Cafe Central da Kohlmarkt’a çok yakın bir konumda bulunuyor. Çok güzel bir mimariye sahip bu özel kafe Hitler, Troçki, Adler, Freud, Zweig, Musil, Tito gibi siyaset, sanat ve bilim dünyasından birçok simayı ağırlamış. Söylemeye gerek yok bu kafede rezervasyonsuz yer bulmak imkansız, günler hatta haftalar öncesinden yerinizi ayırtmanız gerekiyor.
Hofburg Sarayı
Habsburg Hanedanı’nın tüm ihtişamını yansıtan Hofburg Sarayı, kentin en özel simgelerinden biri. 13.yüzyılda inşa edilen, üzerine de beş defa yapım evresinden geçen bu görkemli saray yine de tamamlanamamış. Günümüzde birçok farklı müzeye ayrılmış Hofburg’ta, hanedana ait hazineleri gezip görebilir, tarihteki ihtişamını gözünüzde yeniden canlandırabilirsiniz.

1 saatten kısa bir sürede gezilebilen İmparatorluk Daireleri‘nde kraliyet ailesine ait kişisel eşyalar, değerli süsler ve özel odalar görülebiliyor. Saraydaki en özel kısımlardan biriyse İmparator Franz Joseph’in eşi kraliçe Elisabeth’e, nam-ı diğer Sisi’ye ayrılmış. Yaşadığı dönemde Hofburg’u Avrupa’nın en ihtişamlı saraylarından birine dönüştüren ve Avusturyalıların gönlünde her zaman özel bir yere sahip olan Kraliçe Sisi, güzelliğini ve formunu korumak için yaptığı egzersiz ve rejimleriyle ün salmış. Sisi Museum‘da kraliçenin bakım merakına dair ritüelleri ve özel eşyaları görülebiliyor.

İspanyol Binicilik Okulu
Sisi Museum’un tam karşısında Hofburg’un bize göre en orjinal mekanı İspanyol Binicilik Okulu yer alıyor. Barok mimariye sahip bu yapı, 18.yüzyılda saraya kazandırılmış. Okulda özel yetiştirilen Lipizzaner tipi atlar, süslü koşumları ve şık binicileriyle beraber çok özel gösteriler sunuyorlar. 17.yüzyıldan bu yana değişmeyen eğitim modeliyle yetiştirilen atların zarif yürüyüşler ve özel dans figürleri ile sundukları gösteriyi izlemek gerçekten çok farklı bir deneyim. Es geçmeyin derim.

Binicilik Okulu’nun hemen yanında bulunan Stallburg’da gösteriyi sunan atların haraları bulunuyor. Burası her ne kadar ziyarete açık olmasa da uzaktan seyretmeye bir engel yok, göz atabilirsiniz.
Stallburg’un önünden ilerleyince Josefplatz‘a çıkılıyor. Bu meydanda sarayın en güzel binalarından biri olan Avusturya Ulusal Kütüphanesi yer alıyor. Kütüphanede el yazmaları, kitaplar, haritalar, notalar gibi basılı dokümanları içeren 2 milyondan fazla eser bulunuyor. Kütüphanenin hemen yanındaki Augustinerkirche ise, Habsburg Hanedanı’nın evlilik kilisesi olarak biliniyor. Maria Theresia ile Francois, Maria-Louise ile Napoleon ve elbette Sisi ile Franz Joseph hep bu kilisede dünya evine girmiş 🙂
Albertina Museum
Aynı sokağın devamı şehrin küçük ama en ünlü meydanlarından biri olan Albertinaplatz’a açılıyor. Meydan ismini Maria Theresia’nın damadı Albert’e ait olan şık saray Albertina’dan alıyor. 1781 yılında inşa edilen bu saraya, önce dük Albert tarafından kişisel koleksiyonun sergileneceği odalar ekletilmiş. Günümüze gelindiğinde Albertina Museum, dünyanın en güzel grafik sanat müzelerinden birine dönüştürülmüş. Portföyünde binlerce çizim, resim, el baskısı, gravür bulunduran müzede Dürer, Leonardo da Vinci, Monet, Van Gogh, Rembrandt gibi büyük ustaların da eserleri görülebiliyor.

Albertinaplazt’ın ortasındaki Savaş ve Faşizm Karşıtı Anıt dikkatinizi çekebilir. 1991 yılında Alfred Hrdlicka tarafından yapılan bu anıtta Nazi rejimi tarafından Yahudilere yaşatılan zulüm tasvir ediliyor. Sanatçının çabası yazık ki çok kabul görmemiş. Özellikle kaldırımları diş fırçasıyla temizlemeye zorlanan Yahudileri simgeleyen bronz heykel, ne Yahudileri ne de Yahudi karşıtlarını memnun etmiş. Teşbihte hata olmaz; sanatçı bu eseriyle ne İsa’ya ne Musa’ya yaranamamış 🙂
Neue Burg & Heldenplatz
Hofburg Sarayı ve çevresinde görülecekler bunlarla sınırlı değil. Sarayın arka tarafına geçmek için Schweizertor’dan (İsviçre Kapısı) ilerlenip sarayın ünlü iç meydanı In der Burg‘a çıkılıyor. In der Burg’ta mimari güzellikleriyle öne çıkan bir çok yapı bulunuyor. Bunlardan biri günümüzde Avusturya Cumhurbaşkanı’na ayrılan konutmuş.

In der Burg’tan bir geçitle geniş meydan Heldenplazt’a (Kahramanlar Meydanı) bağlanıyor. İmparator Franz Joseph, 19.yüzyılda başlattığı projeyle sarayı yarım ay şeklinde iki kolla ünlü iki müze binası Viyana Doğa Tarih Müzesi ve Viyana Sanat Tarihi Müzesi’ne bağlamayı planlamış. Bu amaçla inşa edilen Neue Burg tamamlanmış ancak projenin diğer kısımları hiçbir zaman bitirilememiş. Günümüzde Neue Burg görkemli binasıyla birçok müze ve kongre merkezine ev sahipliği yapıyor.
Burggarten
Heldenplazt’ın iki tarafı Viyana’nın iki güzel parkıyla çevrenlenmiş. Bunlardan ilki Burggarten, imparatorluk ailesi için 19.yüzyılda düzenlenmiş. Burggarten’da Mozart’a adanmış heykel görülmeye değer. Parkın içinde 20.yüzyıldan kalma bir de Palmenhaus (limonluk) bulunuyor. İçindeki kafede zaman geçirebilir, kelebek bahçesini ziyaret edebilirsiniz.

Volksgarten
Heldenplatz’ın diğer tarafında yer alan Volksgarten, Burggarten’ın aksine Viyana halkı için inşa edilmiş. 1823 yılında açılan park Viyana’nın ilk açık hava parkı olma özelliği taşıyor. Volksgarten’da İngiliz Bahçesi, Fransız Bahçesi, Barok Bahçe, Gül Bahçesi gibi farklı üsluplarda düzenlenmiş kısımlar bulunuyor. Bunlara ek olarak Yunan tapınaklarından etkilenerek inşa edilen Theseustempel bahçeye ayrı bir hava katmış. Parktaki kafelerde Strauss ailesinin başlattığı kafe müziği-konser konsepti halen yaşatılıyor, deneyimlenebilinir.

Naturhistoriches Museum (Viyana Doğa Tarihi Müzesi)
Sırada Viyana’nın iki ünlü müzesi var. Mimari olarak birbirinin ikizi olan Naturhistoriches Museum (Viyana Doğa Tarihi Müzesi) ve Kunsthistoriches Museum (Viyana Sanat Tarihi Müzesi), ortadaki Maria Theresia Meydanı ve Heykeli ile birbirinden ayrılıyor.

Yapımı 1889’da tamamlanan Naturhistoriches Museum‘un tarihçesi aslında Maria Theresia’nın eşi I.Franz’a kadar gidiyor. Eşinin ölümünden sonra ona ait koleksiyonun açık olarak sergilenmesi isteyen Maria Theresia, günümüzdeki müzenin de bir nevi temelini atmış.

Müzede 30 milyona yakın nesne sergilenirken bunlardan hiç kuşkusuz en ilginç olanlar müzenin giriş salonlarında bulunuyor. Başka yerde görülemeyecek çeşitlilikteki maden, minarel ve değerli taşlara ayrılan salonlar nefes kesici güzellikte. Dünyanın çeşitli coğrafyalarından çıkarılmış kuvars, gümüş, altın, ametist, grafit, obdisyen, mermer çeşitleri gibi çok çeşitli maden cevherlerini görebiliyor. Dünyamızın madenlerinin yanı sıra ayrı bir salonda, eşsiz bir değere sahip gök taşı koleksiyonu da sergileniyor. Bu vesileyle, Minecraft çılgınlığının yaşandığı bu dönemde çocuklar için bu kısımları görmenin müthiş bir deneyim olabileceğini hatırlatmak isterim 🙂

Müzenin devamında dünyanın, suyun, toprağın oluşum tarihine yer verilmiş. Bu kısımlarda öğretici istasyonlarda çocuklar için deneyimleyerek öğrenme fırsatı da sunulmuş. Sonraki salonlarda ise canlıların oluşumu, fosiller, dinazor maketleri gibi etkileyici sergiler mevcut. Müzenin en değerli parçalarından biriyse, dünya tarihinin en eski eserlerinden biri olan 30.000 yıllık Willendorf Venüsü. Özel bir bölümde sergilenen bu heykelciği görmeden kesinlikle geçmeyin…


İlk katın son kısımlarıysa insanlık tarihine ve evrim teorisinin anlatımına ayrılmış. Bu kısımlarda da gerçekten çok ilginç bilgiler mevcut. Özellikle mensubu olduğumuz Homo Deus’tan farklı insan türlerinin tarihçesini, onların nasıl yok olduklarını ve Homo Deus’un nasıl tek insan türü olarak dünyaya yayıldığını görmek ilginç olduğu kadar da düşündürücü oluyor…


Müzenin ikinci katı tamamen hayvanlara ayrılmış. Birbirini takip eden salonlarda böcekler, balıklar, sürüngenler, neredeyse tüm memelilere ait bilgilendirici odalar mevcut. İlk kat kadar etkileyici ve orjinal olmasa da bu kısımlar da görülmeye değer. Üçüncü kattaki “Deck 50” salonu ise tamamen çocuklara ve öğrencilere ayrılmış bir deneyimleme ve öğrenme salonu.

Katlar arasındaki geçişlerde müzenin enfes iç mimarisini de dikkatlice incelemekte fayda var. Heykeller, kabartmalar ve süslemelerle bezeli enfes tavanın verdiği atmosferin tadına varmak için altındaki kafede soluklanabilirsiniz.
Kunsthistoriches Museum (Viyana Sanat Tarihi Müzesi)
Hemen karşıdaki Kunsthistoriches Museum, ikizi gibi 19.yüzyılda tamamlanmış. Habsburg Hanedan üyelerinin kişisel koleksiyonlarından da yararlanıldığı için müzenin oldukça zengin bir seçkiye sahip olduğunu belirtmek gerek.

İlk kattaki galeri salonlarında Alman, Flaman, Felemenk, İngiliz, İtalyan, Fransız, İspanyol ressamların eserleri sergileniyor, yani yok yok demek mümkün. Dürer, Caravaggio, Rafaello, Rubens, Rembrandt, Velazquez, Brugel gibi Avrupa tarihinin en büyük sanatçılarının sayısız eseri müzede görülebiliyor.

Alt kat ise heykel ve uygulamalı sanat koleksiyonlarına ayrılmış. Yunan, Roma ve Mısır eserleri bu kısımda sergileniyor. Ayrıca Kunsthistoriches Museum’un Neue Burg’ta yer verilen kısmında Avusturyalı arkeologların ülkemizde Efes antik şehrinde gerçekleştirdiği kazılardan bulunanların sergilendiği Ephesus Museum ziyaret edilebilir. Berlin’deki Pergammon Müzesi’ni ziyaret ettiyseniz benzer duyguları çok muhtemel olarak burada da yaşayacaksınız…

Doğa Tarih Müzesi gibi Sanat Tarihi Müzesi binasının kendisi de gerçek bir sanat eseri. Salonlar ve katlar arasında gezerken merdivenlerin, duvarların ve tavanın süslemelerine dikkat kesilmekte yarar var.
MuseumsQuartier
Yukarıdaki iki muhteşem müzeyi gezdikten sonra halen müze gezmek istiyorsanız merak etmeyin, Viyana’da seçenekler tükenmiyor. Maria Theresia Meydanı’nın hemen karşısında yer alan MuseumsQuartier‘de sanata doymamanız imkansız…

Eskiden kraliyet haralarının bulunduğu alana, 1998 yılında yapılan tadilatla büyük bir müze kompleksi kurulmuş. Toplam 60.000 metrekarelik bir alana sahip MuseumsQuartier’de modern sanat müzelerine ağırlık verilmiş. Warhol, Kandinsky gibi sanatçıların eserlerinin yer aldığı MUMOK, Max Oppenheimer ve Klimt gibi Avusturyalı sanatçıların eserlerinin görülebildiği Leopold Museum, çağdaş sanat sergileriyle öne çıkan Kunsthalle Wien MuseumsQuartier’de ziyaret edebilecek en önemli müzeler arasında yer alıyor. MuseumsQuartier’in önündeki meydan ve kafeler aynı zamanda Viyana gençliğinin uğrak yeri, müzeleri gezmeseniz bile bu ortamın içine karışıp keyifle vakit geçirebilirsiniz.
Karntner Strasse – Karlsplatz
Şehrin en ünlü ve işlek caddelerinden bir diğeri Karlsplatz’dan Stephansplatz’a yani katedrale kadar uzanan Karntner Strasse. Caddenin Stephanplatz’dan Viyana’nın ikonik otellerinden Hotel Sacher Vienna‘ya kadar olan kısmı trafiğe kapalı. Viyana’nın İstiklal’i sayılabilecek bu cadde üzerinde kafeler, restorantlar, mağazalar, kumarhaneler (casinolar), hediyelik eşya dükkanları, çikolatacılar kısacası her türde mekan mevcut. Avusturya’nın dünya çapındaki takı ve mücevher mağazası Swarovski ile Paşabahçe benzeri sanatsal cam ve porselen ürünleriyle dikkat çeken J&L.Lobmeyr dükkanlarına özel ilgi gösterebilirsiniz.


Karntner Strasse üzerinde giderken göreceğiniz Malta Kilisesi‘nin hemen yakınındaki Johannesgasse’ye saparsanız burada meraklılarının ilgisini çekebilecek 2 müze bulunuyor: Metro Kinokulturhaus ve Edebiyat Müzesi (Literaturmuseum der Österreichischen Nationalbibliothek). Metro Kinokulturhaus, 1893’ten günümüze kalmış ve 1924’te tiyatroya dönüştürülmüş tarihi bir sinema salonu. Hemen yanındaki Edebiyat Müzesi’ndeyse , Viyana’da ikamet etmiş Franz Kafka, Paul Celan, Ingeborg Bachman gibi bazı edebiyatçılara ait el yazmaları, objeler ve dokümanlar görülebilir. Bu arada aynı sokakta Kent isminde şık bir Türk restorantı var, Türk mutfağından vazgeçemeyenler için iyi bir tercih olabilir.

Hotel Sacher’in altında yer alan Cafe Sacher şehrin en çok ziyaretçi çeken kafelerinden biri. Sacher’in olduğu konumdan itibaren cadde üzerinde araç trafiği başlarken tüm güzelliği ile Viyana Devlet Operası (Wiener Staatsoper) dikkatinizden kaçmayacaktır.

Caddenin bitimindeki meydan Karlsplatz, şehrin en büyük kiliselerinden birine ev sahipliği yapıyor. Karlskirche, 1713 yılında imparatorun veba salgını sırasına halka verdiği söze istinaden inşa edilmiş. Barok mimariye sahip kilisenin dışı kadar içi de etkileyici bir mimariye sahip. Büyük kubbenin oluşturduğu manzaraları görebilmek için gün batımı saatlerinde meydana uğramak güzel olabilir. Şehirde birçok yerde mümkün olduğu gibi Karlskirche’de de belirli tarihlerde düzenlenen klasik müzik konserlerine katılmak mümkün, aklınızda olsun.
Parlamento Binası – Rathaus
Karlsplatz’dan Ring-Strasse üzerinden ilerleyip MuseumsQuartier’i geçince şehrin bir dizi önemli yapısını da görmek mümkün oluyor. Bunlardan ilki Parlamento Binası, uzun süre Atina’da yaşayan Theophil Hansen tarafından Yunan tapınaklarına benzer şekilde tasarlanmış.

Parlamento Binası’nı geçince nefis kuleleriyle Belediye Binası (Rathaus), Alman tiyatrosunun Viyana’daki mabedi Burgtheater, Viyana Üniversitesi ile şehrin en güzel kiliselerinden biri olan neo-gotik tarzdaki Votivkirche sırayla görülecekler arasında.

Schönbrunn Sarayı
Viyana’da 3 tane çok bilinen ve ihtişamlı saray var: Hofburg, Belvedere ve Schönbrunn. Gönül isterdi ki Hofburg’tan sonra diğer 2’sini de gezmek mümkün olsun. Zaman kısıtlarından bir techih yapmak gerektiğinde biz hakkımızı uzaktaki Schönbrunn’dan yana kullandık. Hangisini seçseydik pişman olmazdık bence ama Schönbrunn’dan kesinlikle pişman olmadık 🙂

Maria Theresia ile özdeşleşen Schönbrunn Sarayı aslında daha önceden I.Leopold’ün yazlık sarayı olarak yaptırılmış. 1740 yılında kraliçe tahta çıkar çıkmaz Schönbrunn Sarayı’na taşınmış, burayı en sevdiği mimar Pacassi’ye yeniden tasarlatmış ve Schöbrunn’ü çok etkileyici bir yapıya dönüştürmüş.
1441 odaya sahip sarayın içini gezmek için kısa ve uzun turlar mevcut. Napoleon Salonu olarak anılsa da aslen Maria Theresia’nın yatak odası olan salonu da görmek isterseniz uzun tura dahil olmak gerekiyor. Bunun yanı sıra Schlosstheater, Spiegelsaal (Aynalı Salon) ve Chinesisches Rundkabinett (Yuvarlak Çin Salonu) sarayın içinde öne çıkan kısımlar.

“Yeterince müze, saray gezdim Schöbrunn’un içini görmesem de olur.” derseniz, sarayın bahçeleri o kadar geniş ve güzel ki bu tercihiniz asla ayıplanmaz 🙂 Tasarlanırken ihtişamdan çok insanın beş duyusuna hitap etmesi hedeflenen bahçelerde bunun başarıldığına tanık olacaksınız. Gloriette Zafer Takı, Neptün Çeşmesi, Roma Harabeleri, labirent bahçe, Palmenhaus (Palmiye Evi), Tiergarten (Hayvant Bahçesi) ve sayısız heykel sarayın devasa bahçesini süslüyor.

Saraydan son bir not; belirli günlerde Schönbrunn’de de klasik müzik konserleri veriliyor. Bu konserlere katılmak için bütçe olarak daha büyük miktarları gözden çıkarmanız gerekse de, bu muhteşem sarayda bir konsere katılmak da tarif edilemez bir deneyim olmalı…
Gezi Tarihi: Ağustos 2015, Mart 2025
Kitap Önerisi: Sahaf Mendel – Stefan Zweig





















































































Son yorumlar