Yılın Son Günlerinde Ürdün

Yılın son günlerinde 3-4 günlük bir yurt dışı gezisi için niyetleniyoruz. Hem çok soğuk olmasın üşümeyelim, hem fazla günümüz yok çok uzak olmasın, hem de vize olmasın kısıtlar çok diye düşünürken… Bu kombinasyonların tamamı için en uygun seçeneği buluyoruz: Ürdün 🙂 Pegasus’la Ankara’dan Ürdün’e direk uçuş olması da cabası…

3 gece 4 günlük bir gezi planı yapıyoruz. Mutlaka görülecek yerler diye düşündüğümüz Petra, Wadi Rum, Akabe ve Amman’ın tamamını görebilmek için havaalanından araba kiralamaya karar veriyoruz. Rotamız ise şu şekilde olacak; ilk gün havaalanından direk Petra’ya geçip orada konaklayacağız. 2.gün Petra’yı hakkıyla gezip Akabe’ye geçeceğiz. 3.gün Akabe’den önce Wadi Rum’a, sonra Ölü Deniz kıyılarından Amman’a gideceğiz. Son gün yarım günlük zamanımızı Amman’a geçirip dönüş için havaalanına geçeceğiz.

Genel Bilgiler

  • Ürdün’e vize uygulaması yok, direk pasaportla giriş yapabiliyorsunuz. Kapıda herhangi bir ücret alınmıyor. Sıra bekleme gibi bir durum da biz yaşamadık havaalanında.
  • Petra gibi bazı müzeler için önceden on-line bilet almak istedim ama ya ben bulup beceremedim yada böyle bir opsiyon zaten yok 🙂 Neyse ki araba kiralama işini bu şekilde halledebildim.
  • Ürdün’ün para birimi Ürdün Dinarı ve 1 Ürdün Dinarı yaklaşık 8,5TL’ydi. Genel olarak ucuz bir ülke sayılmaz.
  • Başka bir ülkede araba kullanırken genel olarak daha dikkatli olmanız gerekiyor. Şehirlerarası yollarda hız yapmaya gerek yok, ki yollar genel olarak çok bakımlı değil. Uyarıyorum: her kasaba giriş ve çıkışında çok da fark edilmeyen kasisler var, biz birkaç kez gafil avlandık, demedi demeyin:)
  • Yollarda sıklıkla polis kontrol noktalarından geçiyorsunuz. Bazılarında durdurup pasaportları taratıp bir şeyler sorabiliyorlar (ki biz sanırım 3 günde 5 kez falan yaşadık). İlk seferinde insan gerilmiyor değil ama sonra alıştık ve rutin bir uygulama olduğunu anladık. Zaten kibar da davranıyorlar. 
  • Ürdün, Osmanlı’dan ayrıldıktan sonra bağımsızlığını kazanana kadar İngiliz sömürgesi olduğu için dil problem yaşanmıyor, genellikle İngilizce’ye hakimler.

Petra

Amman’a indikten sonra araba kiralama ile ilgili son prosedürleri halledip Petra’ya doğru yola çıkıyoruz. Ürdün’ün genel olarak iki büyük şehri var; başkent Amman ve Akabe, ve bunları kuzeyden güneye birbirine bağlayan iki otoyolu var. Bunlardan daha kısası ülkenin ortasından kuzey-güney yönünde giderken, diğeri batıdaki Ölü Deniz kıyılarından geçerek, yani biraz daha kıvrılarak geliyor. Biz ilk yoldan giderek Petra’ya (Wadi Musa) yaklaşık 3 saatte ulaşıyoruz. Wadi Musa’nın merkezinde akşam yemeğimizi yedikten sonra (mutfağının bizim tadlara özellikle de Hatay mutfağına oldukça yakın olduğunu söyleyebilirim) konaklayacağımız otele geçiyoruz (Petra Corner Hotel, konum olarak çok iyi bir yerdeydi ve yeniydi).

Sabah kahvaltısı sonrası erkenden Petra açık hava müzesine doğru yola koyuluyoruz. Müze girişinde sıra olup olmayacağı konusunda endişe ediyorduk ama korktuğumuz gibi olmuyor, 5 dakikalık bir bekleme sonrası biletlerimizi alıyoruz. 1 kişi bilet ücreti 50 dinar, yani yaklaşık 70$ (ucuz bir ülke olmadığını belirtmiştim).

Petra gerçekten çok büyük bir antik kent, biz bir tam günümüzü ayırdık ama daha fazlasını ayırmak da isteyebilirsiniz. Ve tabi fazlasıyla yürüyeceksiniz ama inanın bu yorgunluğa kesinlikle değecek… (Giriş kapısından ünlü “Hazine” kalıntılarına ve diğer yerlere at arabalarıyla / faytonlarla da gidilebiliyor, zorunda değilseniz bana göre gerek yok yürüyerek daha fazla tadını çıkarabilirsiniz. Açıkçası dar yollarda at arabaları diğer insanları biraz tehlikeye sokuyor ve tedirgin ediyorlar.)

Petra – Bab El Siq & Djin Blokları

2000 yıldan eski olan bu antik kent Nebatilerin krallığının başkentiymiş, ve dönemin Mezapotamya ve Mısır uygarlıkları arasındaki ticaret yollarının üzerinde olduğu için çok önemli bir konumdaymış. Daha sonra belirli dönemler Roma ve Bizans İmparatorlukları’na dahil olmuş (ki kentte bu döneme ait izleri de göreceğiz). Ticaret rotalarının değişmesi ile önemini yitiren Petra zamanla deprem gibi doğal felaketlerin de etkisiyle tamamen çölleşmiş. 19.yüzyılda tekrar keşfedilen Petra günümüze değin giderek ünlenmiş. Tekrar keşif sonrası gerçekten çok iyi korunmuş…

Giriş kapısında aldığımız haritaya bakarak gezimize başlıyoruz. Harita üzerinde en çarpıcı yerler işaretlenmiş durumda ve rota doğruca bizi bu kısımlara götürüyor.

Coğrafi yapı bir miktar Kapadokya’yı andırsa da daha önce gördüğümüz hiçbir yere benzemiyor, kesinlikle çok orjinal. Bu orjinal manzara eşliğinde tarihi bir yolculuğa başlıyoruz. Önce Djin Blokları’nı görüyoruz. Sonra daralıp genişleyen ve benzersiz manzaralar sunan kanyona (The Siq) girip “Hazine” kalıntılarına doğru yürümeye başlıyoruz.

Petra – Hazine’ye giden yol (The Siq)
Petra – Hazine (The Treasury)

Yolun sonunda tüm ihtişamı ile Petra’nın ünlü “Hazine” kalıntıları (The Treasury) bizi karşılıyor, ağzımızı açık bırakacak kadar eşsiz bir yapının karşısındayız…

Yaklaşık 40 metre yüksekliğindeki bu yapıyı karşısındaki yüksek kısımlardan görebilmek mümkün, bunun için biraz zorlu bir tırmanışa katlanmak gerekiyor. Biz bu enerjiyi diğer kısımları saklamaya karar verip Petra’nın içlerine doğru ilerliyoruz.

Yürüyerek 67. ve 825.mezarları görüyor, eski yerleşimlerin olduğu bölüme (Street of Facades) varıyoruz. Sağlı sollu eşsiz manzaraların bulunduğu bu alan bizi kendine hayran bırakıyor. Biraz ileride yine Petra’nın bir başka simgesi olan ve dünya üzerinde kayalıklara oyularak inşa edilen tek tiyatro olan antik tiyatroya ulaşıyoruz. 

Eski yerleşimler (Street of Facades)
Kayalıklara Oyulmuş Antik Tiyatro

Tiyatrodan ayrılıp rota üzerinde yürümeye devam ediyoruz. Sırada Kraliyet Mezarları var. Ana yolun sağ tarafındaki tepede bulunan bu mezarlara giden merdivenlerden Petra ve bölgenin manzarasını seyrediyoruz.

“The Royal Tombs” – Kraliyet Mezarları, birbirine bitişik 4 devasa mezardan oluşuyor. Nebatilerin krallarına ait bu mezarların mimarisini seyrediyoruz. Bu mezarlardan bazıları Bizans döneminde kiliseye de çevrilmiş. Bu bölgeye yakın bir yerde Bizanslar döneminde yapılmış ayrı bir kilise de mevcut, onu da ziyaret edip “Kolonlu Cadde” olarak bilinen kısma doğru yürüyoruz.

Kraliyet Mezarlarına çıkan merdivenler
Kraliyet Mezarları (The Royal Tombs)
Bizans dönemine ait kiliseden mozaikler

Kolonlu cadde arkasına Kraliyet Mezarlarını alarak başlıyor, Büyük Tapınak (Great Temple) ve Qasr al-Bint yapılarının önünden geçerek sonlanıyor. Caddenin ilk kısmında “The Nymphaeum” – Antik Çeşme görülecekler arasında. Çeşmenin yanı başındaki 450 yıllık fıstık ağacının sunduğu gölge soluklanmak için paha biçilmez bir fırsat…

Petra’nın en önemli dini mabetleri olan “Great Temple” – Büyük Tapınak ve Qasr al-Bint’in ayakta kalan kısımlarını geziyoruz. Bu kısımda oturup bir şeyler yiyebileceğiniz restoran ve kafeler mevcut ama biz bunu dönüş yolunda yapmaya karar veriyor ve rotamızda görülecekler listesindeki en uzak ve gizemli yer olan “Ad Deir” – Manastır’a doğru yola koyuluyoruz.

Kolonlu Cadde
Büyük Tapınaktan Kalanlar

İşte yolun en zorlu kısmı. Mansatıra giden yol dar ve sayısız basamaktan çıkılan bir patika… (Bu yolun başında zorlu yolu hafifletmek için eşek kiralayanlar da oluyor, bizse hayvanların haline acıyoruz. Bir de eşeklerin gelip geçmesi zaten dar olan yolu daraltıp tehlikeli hale getiriyor.)

Patika bazen düzleşip bazen kıvrılıyor, sayısız basamaktan çıkıyoruz. Yolun sonuna yakın bir yerde taze sıkılmış karadut suyu içerek yorgunluğumuzu gideriyoruz. Ve sonunda eşsiz güzelliğiyle Ad Deir’i karşımızda görünce yorgunluk falan kalmıyor, gizemli yolun sonunda karşılaştığımız bu yapı bizi fazlasıyla tatmin ediyor…

Manastıra giden zorlu yol
Ad Deir / Manastır

Dönüşte “Kolonlu Cadde” üzerindeki bir çadır kafede peynirli sandviç, muz ve bisküvi yiyerek soluklanıyoruz. Her gördüğümüz yapıyı tekrar görerek, Petra’nın havasını içimize çekerek, gördüklerimizi unutulmazlar arasına kazıyarak bu eşsiz antik kentten ayrılıyoruz.

(Biz zaman ayıramasak da ışıklandırmanın ayrı bir güzelleştirdiği kenti gece gezmek de özel bir deneyim olabilir. Bunun için ayrıca bir rezervasyon ve biletlendirme söz konusu.)

Dönüş yolunda

Petra’dan çıkınca Akabe’ye doğru yola çıkıyoruz. Yaklaşık 2 saat süren yolculuk sonrası Akabe’ye varıyoruz.

Akabe, ismini verdiği körfezle Ürdün’ü Kızıl Deniz’e bağlıyor ve ülkenin tek limanı olması nedeniyle de kritik bir öneme sahip. Turistik açıdan en önemli özelliği ise Kızıl Deniz’de dalış meraklıları için bir cazibe merkezi olması.

Otele yerleştikten sonra kent merkezine geçiyoruz. Biraz dolaşıp akşam yemeğimizi yedikten sonra otele geri dönüyoruz.

Wadi Rum

Güne kent merkezindeki bir kafede yaptığımız yöresel bir kahvaltıyla başlıyoruz. Yine yoğun bir programımız var, Akabe’den ayrılıp 1 saatlik bir yolculuğun ardından Wadi Rum’a ulaşıyoruz.

Wadi Rum, Ürdün’ün ünlü turistik çölünün olduğu kasaba. Çölden gezi pick-up araçlarla yapılıyor ve farklı tur opsiyonları mevcut. Biz 3 saatlik görece daha kısa olan bir tur yapmak istiyoruz. Kapıda bizimle aynı niyette olan 2 turistle tanışıyoruz ve 1 pick-up’ı beraber kiralayıp tura başlıyoruz.

Wadi Rum – Pick-up’tan çöl manzarası
Çölde heybetli kayalıklar

Şoförümüz aynı zamanda rehberimiz, sırasıyla bizi ilginç duraklara götürüp bilgi veriyor. Çölün uçsuz bucaksızlığı, ıssızlığı, sakinliği karşısında ürperiyoruz, sanki başka bir dünyadayız…

Aralık ayında olduğumuz için açık değiller ama, uygun mevsimlerde çölde konaklayıp kendinizi hayat koşturmacasından tecrit edebileceğiniz oteller de var. Geceleri gökyüzünden bir tavan altında kalmak apayrı bir deneyim olsa gerek.

Çölden farklı oluşumlar -1
Çölden farklı oluşumlar – 2

Birbirinden ilginç kayalık oluşumları görerek çöldeki gezimizi bitiyoruz. Dönerken Osmanlı zamanında yapılan eski Hicaz demiryolunun turistik istasyonunu da görüyoruz. Sonra Akabe’ye doğru geri dönüyoruz, hedefimiz Akabe üzerinden Ölü Deniz kıyılarından geçen otobandan Amman’a ulaşmak… 

Amman

Normalde daha kısa olandan değil uzun yoldan Amman’a gidiyoruz, çünkü Ölü Deniz’i (nam-ı diğer Lut Gölü) de görmek istiyoruz. Ölü Deniz’in iki önemli özelliği var. Birincisi deniz seviyesinin altında yer alması (Dünya’nın en alçak noktası), ikincisi tuz oranı en yüksek deniz olması. (Tabi bir de Lut Kavmi ve hikayesiyle biliniyor o ayrı).  

Ölü Deniz’e yaklaşırken ülkede gördüğümüz tek verimli tarım arazilerini (muhtemelen başka yok zaten), sonra da denizdeki tuz çıkarma tesislerini görüyoruz. Denizin karşı kıyısı İsrail’e ait, Orta Doğu’nun bu tarihi ve kadim coğrafyasında bulunmak tüylerimizi ürpertiyor…

Biraz ilerleyince yol üzerinde ünlü zincirlerin otel binalarını görmeye başlıyoruz. Yine mevsimi olmamasından dolayı hiç kalabalık değil ama uygun mevsimde birçok turist için Ölü Deniz’e girmek cazip bir deneyim. Tuz oranından dolayı batmanın mümkün olmadığı bu denize girerseniz aman gözünüze su kaçırmayın, gözleri aşırı derecede yaktığı söyleniyor…

Ölü Deniz kıyıları

Akşam saatlerinde başkent Amman’a varıyoruz. Otelimize geçene kadar küçük bir Amman turu da yapmış oluyoruz. Otele yerleşip (Olive Otel, biz memnun kaldık) akşam yemeği için pizza ve makarna yemekleri ile tavsiye edilen Oliva’ya doğru yola çıkıyoruz. Restoran oldukça küçük (ki yer bulmakta zorlanabilirsiniz) ama bir o kadar da Avrupai havası var. Yemekleri de lezzetli, keyifli bir akşam yemeği yiyoruz ve biraz daha dolaşıp otele dönüyoruz.

Sabah Ürdün’deki son günümüze uyanıyoruz. Uçağımız öğleden sonra, öğlene kadar olan vaktimizi Amman’ın tarihi merkezi Citadel’de geçirmeyi planlayarak otelde yaptığımız kahvaltı sonrası yola koyuluyoruz.

Akşam tam göremediğimiz Amman’ın beyaz evlerden oluşan manzarası Citadel’in olduğu tepeye çıktığımızda hemen dikkatimizi çekiyor. Citadel’in hemen girişindeki görseller Ürdün’ün tarihi ile ilgili iyi bir özet sunuyor. Zaten Citadel’de de bu tarihten kalanların bir mozaiğini görme şansı buluyoruz.

Citadel’den Amman’ın Beyaz Evleri

Önce Romalılar döneminde yapılan Herkül tapınağından kalanları görüyoruz ki bu hali bile etkileyici. Sonra Bizans dönemine ait kiliseden kalanları ve iyi korunmuş haliyle Emevi Sarayı’nı geziyoruz. Bu arada Citadel’in kurulduğu tepenin dört bir yanını gezerek Amman manzarasını izliyoruz.

Roma döneminden Herkül Tapınağı
Emevi Sarayı

Citadel’in karşısındaki antik tiyatroyu daha yakından görmek istiyoruz, bunun için karşı tepeye geçiyoruz. Yine iyi korunmuş bu tiyatroyu yukarıdan görmek keyifli oluyor.

Amman – Antik Tiyatro’ya yukarıdan bakış

Artık zamanımız iyice daralıyor, havaalanına doğru yola çıkıyoruz. Ürdün’ün görülmeye değer başka yerleri de var (Jerash antik kenti, Madeba, Nebo Dağı, Wadi Mujib vb.), belki başka bir zaman da bunları görmeye geliriz, kim bilir…

Gezi Tarihi: Aralık 2019

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir