Tallinn

Helsinki’den kalkan feribot puslu Baltık suları üzerinde ilerleyip bizi Tallinn’e ulaştırıyor. Küçük ama modern bir limanda buluyoruz kendimizi. Limanın çevresi yeni yapılar ve binalarla dolu. Otelimizde hemen bu noktada, Citybox Tallinn City Center. Aslında oteli bilinçli olarak limana yakın olacak şekilde seçtik, limandan iner inmez yerleşip gezmeye hemen başlamak için. Bununla beraber eski kentin içinde bir otel tercih etmek de cazip olabilir.

Tallinn – Liman

Gezmeye başlamadan önce Estonya ve başkenti Tallinn ile ilgili bazı bilgiler verelim. Tarih boyunca Danimarka, İsveç ve Rusya gibi ülkerin kontrolünde olan Estonya ilk kez 1918’de bağımsız olmuş. Hatta başkent Tallinn’in kelime anlamı “Danimarkalıların Kenti”. Yaklaşık 20 yıl süren bağımsızlık, bu kez II.Dünya Savaşı’nda, 1940 yılında Sovyetler Birliği’nin ülkeyi işgal etmesiyle sekteye uğramış. Sovyetler Birliği’nin dağılmasıyla beraber, 1991’de tekrar bağımsızlığına kavuşan Estonya o günden bu yana özgür bir ülke. 2004’ten bu yana Avrupa Birliği’ne üye olan Estonya’da gezerken Sovyet döneminin etkisi az da olsa hissedilebiliyor. Bir ilginç not; Estonya kuzey komşusu Finlandiya ile aynı milli marşa sahip. Böyle başka iki ülke daha dünya üzerinde yok sanırım…

Estonya ekonomisi günden güne gelişiyor. Kuzey Avrupa ülkelerine göre fiyatlar kıyasla daha uygun ama öyle ucuz bir ülke olduğunu da düşünmeyin. Özellikle eski şehirde gezerken, mekanlarda vakit geçirirken bunu fazlasıyla hissedeceksiniz zaten. Ama bir konu istisna. Über’den sonra en bilinen yolculuk hizmeti sağlayacılarından olan Bolt, bir Estonya markası. Eski şehir ancak yürüyerek gezildiğinden burada kullanmak mümkün olmasa da, diğer lokasyonları gezerken veya havaalanına gidiş gelişlerde rahatlıkla Bolt’u tercih edebilirsiniz. Yeri gelmişken değinmeden geçmeyelim; Estonya’nın bir diğer dünyaca ünlü markası da Skype. Nüfusu 1.5 miyon olan bu küçük ülke, Skype gibi global bir markayı da kurup tüm dünyaya hediye etmiş…

Vanalinn (Old Town)

Her ne kadar biz Vanalinn‘i yani eski şehri gezmeye en kuzeyden yani denize en yakın kısımdan başladıysak da, anlatmaya en yukarıdan başlayalım.

Eski şehrin Toompea tepesinde şehrin simgeleşmiş yapılarından en önemlisi Aleksander Nevski Katedrali bulunuyor. Görür görmez Rus mimarisine ait bir eser olduğu anlaşılan bu katedral, 1894-1900 yılları arasında tabii ki Ruslar tarafından yaptırılmış. Aleksander Nevski Katedrali ahenkli renkler ile bezeli dış mimarinin yanı sıra, etkileyici iç süslemelere ve şehrin en büyük ve görkemli kubbesine sahip. 2022 yılında Rusya’nın Ukrayna’ya saldırılarına bir misillime olarak katedralin yıkımı gündeme getirildiyse de bundan vazgeçilmiş. İyi de olmuş, her ne olursa olsun böyle tarihi yapı ve kültürel miraslara sahip çıkılmalı…

Aleksander Nevski Katedrali

Katedralin hemen karşısında pembe-beyaz duvarlarıyla Parlamento Binası yer alıyor. Aslında burası tarihi Toompea Kalesi‘nin konuşlandığı yer. 500 yıldan fazla bir geçmişe sahip bu kale gününüzde Parlamento Binası’na ev sahipliği yapıyor. Meydanın yukarısına doğru uzanan şirin sokaklarda yürüyerek St Mary’s Cathedral (Toomkirik) ve Estonian Knighthood House gibi yapıları görebilirsiniz.

Toompea’da Parlamento Binası ve meydan

Meydanın hemen yan tarafında güzel bir çiçek bahçesi var. Parlamento Binası’nın arkasında ise Tall Hermann (Uzun Hermann) Kulesi yükseliyor. Estonyalılar kulelere insani özellik ve isim vermekte sakınca görmemişler, ki aslında bu yöntem yapıların akılda kalmasını da kolaylaştırıyor. Geçmişi 14.yüzyıla kadar uzanan bu kulenin öne çıkan özelliği ülkenin sembolü olan bayrağı dalgalandırması. Mavi, siyaz ve beyazdan oluşan Estonya bayrağında her renk ayrı bir anlama sahip. Mavi, geleceğin parlak günlerini ve kuzey gökyüzünü; siyah, geçmişin karanlık günlerini; ve beyaz, aydınlamaya giden yolu simgeliyor…

“Tall Hermann” Kulesi

Katedralin hemen altındaki surların içinde Danimarka Kralı Bahçesi (Danish King Garden) yer alıyor. Tallinn’in kelime anlamının “Danimarkalıların Kenti” olduğunu bu noktada tekrar hatırlatalım. Zamanında Danimarka egemenliğinde olan kentin bu bölümü Danimarka Kralı’nın dinlenme alanıymış. Bahçede yer alan yüzsüz ve biraz da tüyler ürperten 2.5 metrelik 3 keşiş heykeli sadece bahçenin değil kentin de simgelerinden: Bekleyen Keşiş – The Waiting Monk Ambrosius, Dua Eden Keşiş – The Praying Monk Bartholomeus ve Seyreden Keşiş – The Watching Monk Claudius.

Danimarka Kralı Bahçesi’nde 3 keşiş heykelinden biri

Bahçede sergilenen birkaç asırlık top görülmeye değer bir başka unsur. Surların en ünlü yapısı Maiden Tower kentin en güzel kulelerinden biri. Maiden Tower’daki kafe soluklanmak ve vakit geçirmek için değerlendirilebilir.

Vanallinn’de Toompea’ya çıkan merdivenler

Eski şehirde Toompea tepesinden aşağı inen merdivenler ve sokaklar çok keyifli. Sarı beyaz binaların arasında, Arnavut kaldırım döşeli sokaklarda yürürken otantik atmosferi içine çekiyor insan. Tallinn’in eski şehir merkezi Vanalinn, Avrupa’nın en iyi korunmuş tarihi bölgelerinden biri gerçekten, sonuna kadar tadını çıkarmak gerek…

Rataskaevu ve St. Nicholas Kilisesi

Tepeden inince görkemli kulesiyle St. Nicholas Kilisesi yükseliyor karşımızda. Günümüzde bir sanat müzesi olan bu kilisenin bahçesinde Estonyalı yazar Eduard Vilde’e adanmış bir anıt heykel var, görülmeye değer. Kilisenin hemen yanında ise eski şehrin en güzel sokaklarından biri uzanıyor: Rataskaevu.

Restaurant Rataskaevu 16

Bu sokak üzerinde yer alan Restaurant Rataskaevu 16, yemek yemek için tercih edilmeye değer güzel bir restorant. Bu mekanda Avrupa’da her zaman bulmanın mümkün olmadığı müşteri odaklılığı yüksek, güler yüzlü bir servis anlayışının bulunduğunu da belirtmek gerek. Genellikle fine dining tarzında ürünlere sahip restorantta, Eston mutfağına özgü yemekler bulmak da mümkün. Özellikle Estonya mutfağının vazgeçilmezi çavdar ekmeği, tereyağı ile servis ediliyor ki tadından yenmiyor 🙂 Rataskaevu 16’da hepsini bulmanız mümkün olmasa da Estonya mutfağının en tercih edilen yemekleri nedir derseniz; etli güveç (seljanka), domuz eti, ayı eti, tavuk, somon, alabalık, patates ve lahana olarak sayılabilir. Çok cazip görünmemiş olabilir, ne de olsa burası bir Kuzey Avrupa ülkesi, yemeklerden yana çok da bir şey beklememek lazım 🙂

Eski Belediye Binası (Town Hall)

Tallinn’in en güzel meydanı eski kentin kalbindeki Raekoja plats, adını Eski Belediye Binası‘ndan (Town Hall) alıyor. 64 metrelik etkileyici bir kuleye sahip Eski Belediye Binası, 1530 yılında inşa edilmiş ve Baltık bölgesi ile İskandinavya’nın en eski belediye binası konumunda. Meydanın geçmişi ise biraz daha eski, 14.yüzyıla kadar uzanıyor.

Eski Belediye Binası’nı seyretmek keyifli ama bu capcanlı ve tarihi meydanda olmak apayrı bir zevk. Meydanda ne yok ki… Kafeler, restorantlar, hediyelik eşyacılar, çeşitli dükkanlar, tarihi yapılar ve hatta sadece kentin değil Avrupa’nın da en eski ecza dükkanı bile burada. Bu bilgi epey şaşırtıcı, sorsalar Avrupa’nın en eski eczanesi hangi ülkededir diye, Estonya hiçbir şekilde aklımıza gelmezdi. Kabullenmekte zorlansak da Raeapteek (Town Hall Pharmacy) 1422’den beri faal durumda. Uğramadan geçmeyin.

Avrupa’nın en eski eczanesi (Raeapteek)

Meydanın çevresinde oldukça fazla mekan var. Biz güneyindeki Dunkri sokağı üzerindeki Beer House‘da zaman geçirdik. İç dekorasyonu ve atmosferi ile tercih edilebilecek bir yer, uğramayı düşünebilirsiniz.

Beer House

Raekoja plats’ın biraz aşağısında Vanalinn’in en iyi korunmuş ve etkileyici sokağı yer alıyor: Katariina käik. Neredeyse gizli bir geçit gibi olan bu sokağın bir tarafı 13.yüzyılda yapılan St.Catherina Kilisesi’nin duvarları ile çevrili. Bu duvarlarda yer alan iyi korunmuş tasvirler görülmeye değer. Sokakta ilerlerken kemerler, mahzenler, taş depolar arasında insan kendisini orta çağa ışınlanmış gibi hissediyor…

Katariina käik

Vanalinn’in bu bölgesi eski katedral ve kiliselerin merkezi gibi. Meraklısıysanız görebileceğiniz birçok yer var; St. Catherine’s Kilisesi, St. Peter and St. Paul’s Katedrali ve Dominican Museum 1246 öne çıkan mekanlar. Bunlara uğramasanız da Vanalinn’in sınırlarını belirleyen Müürivahe Sokağı boyunca yürüyüp tarihi dokunun tadına mutlaka varmalısınız. Sokakta ilerlerken tarihi Munkadetagune Kulesi ve sokağın bitiminde beyaz kuleleri ile dikkatinizi çekecek Saint Nicholas’ Ortodoks Kilisesi görülecekler arasında.

Müürivahe – Munkadetagune Kulesi

Tallinn’in en güzel caddelerinden biri hiç kuşkusuz Pikk. Renkli otantik yapıların sağlı sollu dizildiği bu cadde de önemli bazı yapılar da bulunuyor. Caddenin güneyinde, yani Eski Belediye Binası meydanına yakın kısmında, Estonya Tarih Müzesi, Tallinna Rahvaste Muuseum (Tallinn Halk Müzesi), Holy Spirit Church ve Mustpeade Maja (House of Blackheads) en öne çıkan yapılarak olarak sayılabilir. Bu cadde ayrıca birçok ülkenin konsolosluk binasına yada değişik dünya mutfaklarına ait restorantlara ev sahipliği yapıyor. Bu nedenle cadde üzerinde farklı ülkelerin dalgalanan bayraklarını görebilirsiniz.

Pikk – Vanalinn

Şehrin en eski kafesi aynı zamanda bir pastane olan Cafe Maiasmokk da Pikk üzerinde yer alıyor. Başta Estonya’ya özgü tatlılar olmak üzere cezbedici bir ürün çeşitliliğine sahip kafenin atmosferi kalabalığa rağmen oldukça güzel. Ancak çalışanların müşteri odaklı olduğunu söyleyemeyeceğim, biz çalışanların kaba yaklaşımından oldukça rahatsız olduk. Gidecekseniz de aklınızın bir köşesine bunu not edin derim.

Tallinn’in otantik sokakları

Pikk kuzeye, Baltık’a doğru uzanırken görülmeye değer başka yapılar karşınıza çıkıyor. Sovyet döneminde KGB’nin mahkumları yatırdığı hücrelerin bulunduğu KGB Prison Cells apartmanı dışarıdan şirin gözükse de kentlilerin belleğinde nice acıların yaşandığı karanlık bir mekan.

Biraz ilerideki St. Olaf’s Church ise 124 metrelik kulesiyle oldukça ihtişamlı. 14.yüzyılda inşa edilen kilisenin yüksek kulesine defalarca yıldırım isabet etse de günümüze kadar ayakta kalmayı başarmış. Kilisenin hemen yakınındaki Kolm Õde birbirine bitişik 3 binadan oluşan orjinal ve tarihi bir yapı, dikkatinizi çekecektir.

“Fat” Margeret Kulesi

Surların bitimindeki kapının hemen bitişiğindeki “Fat” (Şişman) Margeret Kulesi, eski şehrin en bilinen yapılarından biri. 25 metrelik çapı 20 metrelik yüksekliğinden geniş olan kule, adının hakkını veriyor. 16.yüzyılda hem limanı korumak hem de ziyaretçileri etkilemek için yapılan bu kule günümüzde Denizcilik Müzesi olarak hizmet veriyor.

Kadriorg Park

Tallinn eski kentin dışında yer alan görülmesi gereken yerlerinden en önemlisi Kadriorg Park. Vanalinn’den arabayla (ki en güzeli Bolt kullanarak) yaklaşık 15 dakika mesafede yer alan bu güzel ve geniş park, kentliler için önemli bir yaşam alanı. Japon Bahçesi, Kuğu Göleti, çeşitli çocuk parklarının yanı sıra şehrin en önemli müzeleri ve hatta Estonya Devlet Başkanlık Ofisi de Kadriorg Park’ta bulunuyor.

Kadriorg Park – 1

Parkta gezerken muntazam budanmış ağaçlar, rengarenk çiçekler, fıskiyeli havuzlar ve türlü türlü heykeller görüyoruz. Bu parkta gördüğümüz en ilginç şeylerden biriyse çimlerin üzerinde serbestçe dolanan çim biçme robotlarıydı. Evlerdeki robot süpürgelerin tekerlekli çim biçme versiyonu diyebiliriz. Tamam Estonya hafife alınacak bir ülke değil ama böyle bir teknolojiyi Tallinn’de görmeyi beklemiyor insan.

Kadriorg Park – 2

Parkın merkezinde yer alan Kadriorg Sarayı, 18.yüzyılda Rus Çarı I.Petro tarafından inşa edilmiş. Barok mimariye sahip yapı Tallinn eski şehirden görmeye alıştığımız canlı renklerle bezenmiş. 1921’den bu yana Sanat Müzesi olarak hizmet veren saray binasında çeşitli Rus ve Batı Avrupa ressamlarına ait tablolar sergileniyor.

Kadriorg Sarayı – Sanat Müzesi

Müzenin arka bahçesi ayrıca görülmeye değer. Güller, laleler ve bilimum renkli çiçekle süslenmiş bu bahçede içi ferahlıyor insanın. Bahçede yer alan Neptün heykeli de gözünüzden kaçmayacaktır.

Bahçeden çıkınca hemen karşınıza çıkan yapı Mikkel Müzesi sarayın aslında mutfak binasıymış. Günümüzde bu müzede 1994’te Johannes Mikkel tarafından bağışlanan Avrupa sanatı eserleri ile Çin porseleni koleksiyonları sergileniyor.

Müzenin bahçesi

KUMU

Kadriorg Park’ta yer alan bir diğer önemli yapı KUMU, sadece Estonya’nın değil tüm Kuzey Avrupa’nın en önemli ve büyük müzelerinden biri. Kadriorg Sarayı ve Mikkel Müzesi gibi Estonya Sanat Müzesi’ne bağlı 5 müzeden biri olan KUMU, 2006 yılında açılmış. Heinrich Mendel tarafından tasarlanan yapı, olduça estetik ve zarif cam yüzeylete sahip. KUMU ismiyse Estonca sanat müzesi anlamındaki “Kunsti Muuseum” kelimelerinin kısaltılmasıyla oluşturulmuş.

KUMU

Toplam 4 kattan oluşan müzenin giriş katında geçici sergiler yer alıyor. 2.kat, 18.yüzyıl ile II.Dünya Savaşı arasındaki döneme ait Estonya sanat ürünlerine ayrılmış. Bu katta Mei Kardeşlere ayrılmış kısım hayli enteresan. Üçü de ayrı ayrı önemli birer sanatçı olan 3 kız kardeşten Kristine bir heykeltraş, Lydia çok önemli bir suluboya sanatçısı ve Natalie ise ressam ve grafiker. Her üç kardeşe ait önemli eserleri görüp incelerken hem hayat hikayeleri hem de sahip oldukları yetenek karşısında etkilenmemek mümkün değil…

KUMU’dan – Yetenekli Mei Kardeşler
KUMU’da portre galerisi

3.kat tamamen 1945-1991 arası döneme, yani Estonya’nın Sovyetler Birliği’ne bağlı olduğu yıllara ayrılmış. Bu kısımda beklenebileceği gibi daha toplumsal içerikli galeriler var. Estetik kaygı daha geri planda olduğundan daha sert ama mesaj veren hatta propoganda içeren bolca eser görmek mümkün.

Sovyet Dönemi’nden bir eser – Tarlada çalışan işçiler

4.katta ise post modern sanat eserleri ve geçici sergiler bulunuyor. Bu kısım görece daha hızlı geziliyor. Sovyet dönemi eserleri arasında gördüğümüz aşağıdaki etkileyici not ile bitirelim KUMU’yu:

Sosyalizmin 6 Çelişkisi

Uzun seneler Sovyet yönetimi altında sosyalizmi hata komunizmi yaşamış bir ülkenin en önemli müzesinde sosyalizmin 6 çelişkisi listelenmiş. Ama sanki bu çelişkiler sadece sosyalizmi yansıtmıyor. Tespit ideolojilerden bağımsız tüm kötü yönetimler için genişletilebilir:

“Herkes tatildeymiş gibi çalışır ama hedeflere ulaşılır. Hedeflere ulaşılır ama marketlerde alınacak hiçbir şey yoktur. Marketlerde hiçbir şey yoktur ama insanların dolaplarında hala bir şeyler vardır. İnsanların dolaplarında bir şeyler vardır ama kimse mutlu değildir. Kimse mutlu değildir ama hiç kimse protesto etmez. Hiç kimse protesto etmez ama yine de hapishaneler insanlarla doludur…”

Kalamaja

Sırada Tallinn’in eski şehir bölgesi dışında kalan bir diğer semti Kalamaja var. Bu mahalleye de yine Bolt üzerinden rahatlıkla ulaşılabilir. Kalamaja renkli ahşap evlerin bulunduğu, eski mahalle kültürünün yaşatıldığı şirin ve minik bir bölge. Aynı zamanda Tallinn’in en eski banliyösü olarak bilinen bu mahallenin sakin sokaklarında, renkli evlerin arasında yürümek keyifli oluyor. Mahalleye bizim gibi günün erken saatlerinde geldiyseniz, T35 – The Breakfast Club‘ı kahvaltı için düşünebilirsiniz.

Kalamaja

Mahalle sakinlerinin fikirleri alınarak ve katkılarıyla kurulan Kalamaja Müzesi oldukça orjinal bir girişim. 2018 yılında başlatılan projeye bölge halkı fikirleriyle ve müzeye bağışladıkları eşya ve nesnelerle katkıda bulunmuş. Müzede Kalamaja’nın orta çağdan başlayarak günümüze ulaşan hikayesini bölge halkından temin edilen fotoğraf, belge ve objeler üzerinden görebiliyorsunuz.

Kalamaja Müzesi

Kalamaja’nın Baltık Denizi’ne uzanan kısmında Tallinn’in önemli müzelerinden bir diğeri Lennusadam (Denizcilik Müzesi) yer alıyor. 2012 yılında açılan bu müzenin alameti farikası Estonya’nın zamanında İngiltere’den aldığı günümüzde 1930’lar görünümüne kavuşturulmuş olan 1936 yapımı Lembit denizaltısı. Bir müze gezmeye daha hayır demezseniz vakit ayırmaya değecektir.

Gezi Tarihi: Temmuz 2025

Kitap Önerisi: Araf – Sofi Oksanen

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir