Oslo
İlkbahar mevsiminin çok da soğuk olmayacağını düşünerek Norveç’in başkenti Oslo’ya 3 gece 4 günlük bir gezi planlıyoruz. Önce kısa bilgiler:
- Bildiğiniz gibi Norveç AB bölgesinde, bu nedenle Schengen vizeniz olması gerekiyor.
- Araştırdığınızda göreceksiniz Oslo’da oteller açısından daha turistik şehirlere göre biraz farklı, seçenek daha az, bazıları çok pahalı, bazıları merkeze uzak. Biz şartları daha uygun görünen apart bir otelde (Forenom Apartments) kalmayı tercih ettik, ki hiç de pişman olmadık.
- Bu apart otel yeni nesil diye tercih edebileceğimiz bir anlayışla hizmet veriyordu. Adresi verilen şehir merkezindeki bir ofisten anahtarı teslim aldıktan sonra odamızın bulunduğu binada kimseyle muhattap olmadık. Odanın temizliği, genel olarak bulunan malzeme ve eşyalar da gayet iyiydi.
- Oslo’da yaşam oldukça pahalı. Apart otelde kalmanın avantajıyla ilk gün bir süpermarketten alışveriş yapıp genel olarak sabah kahvaltımızı ve akşam yemeğimizi kendimiz hazırlayarak odamızda yedik.
Oslo Havaalanı’na öğlen saatlerinde iniyoruz ve metroyla şehir merkezine geliyoruz. Oda anahtarımızı ofisten aldıktan sonra Karl Johans’ın sonunda merkez istasyona çok yakın bir sokakta olan otelimize geliyoruz. Odamıza yerleşip biraz soluklanıyor, sonra hemen gezmeye başlıyoruz.
Opera Binası – Merkez İstasyon (Oslo Central Station)
Gezmeye Oslo’nun en meşhur caddesi Karl Johans’ın bitiş kısmında yer alan Oslo Central Station – Merkez İstasyon’dan başlıyoruz. Binanın hemen önünde bulunan meydanda biraz zaman geçirdikten sonra mimarisiyle ünlü Opera Binası’na doğru yürüyoruz.
Deniz kıyısında yer alan Opera Binası’nı önce karşıdan seyrediyoruz. Gerçekten çok özgün olan mimariyi izledikten sonra bina tarafına da geçerek bir süre burada vakit geçiriyoruz. Çevrede devam eden inşaat çalışmaları (her nedense genel olarak gezdiğimiz her yerde inşaat / tadilatla karşılaşırız, Oslo’da da boş geçmedik) nedeniyle görüntü bir miktar bozuluyor ama halimizden memnunuz.
Temelde opera ve bale gösterilerinin yapıldığı kompleksin içinde çeşitli sergileri de ziyaret etmek mümkün. Ayrıca içerideki café-restoranlarda bir şeyler yiyip içebilirsiniz.

Karl Johans Caddesi & Royal Palace ve Çevresi
Opera Binası’ndan tekrar Karl Johans Caddesi’ne dönüyoruz. Bu cadde Kraliyet Sarayı’ndan başlayarak Merkez İstasyon Gar Binası’na kadar uzanan uzunca bir cadde. Büyük bir bölümü trafiğe kapalı ve Oslo’nun en popüler yerlerinden biri.
Caddenin sonundan Kraliyet Sarayı yönünde yürümeye başlıyoruz. Önce sağımızda Oslo Katedrali’ni görüyoruz. Yapımı 17.yüzyılda tamamlanan ve barok mimariye sahip katedral kentin simgelerinden biri. Sağlı sollu dükkanların ve mağazaların önünden Osloluların içine katılarak yürüyor ve Parlamento Binası’nın önüne geliyoruz. Bu kısımda cadde genişliyor, Parlemento Binası’nın önünde bir park uzanıyor. Hemen yan tarafta hoş mimarisiyle Hard Rock Cafe’nin de bulunduğu binayı görüyoruz.




Cadde düz devam ettiğinizde Kraliyet Sarayı’nda son buluyor. Biz de bahçeden içeri giriyor ve saray binasını (Royal Palace) yakından görüyoruz. Bahçesinde yeşillikler arasında yaptığımız yürüyüş sonrası Karl Johans üzerinden odamıza dönüyoruz.


Belediye Binası & Akhersus Kalesi ve Liman
Ertesi sabah odamızda yaptığımız kahvaltı sonrası Karl Johans üzerinden Oslo Belediye Binası’nın da bulunduğu liman tarafına ve buradaki meydana doğru geliyoruz. Oslo Belediye Binası (City Hall) kentin ilginç mimariye sahip yapılarından biri. Binanın karşısında da Oslo limanı bulunuyor. Bu limandan Oslo çevresindeki fiyortlara turlar düzenleniyor. Gelmişken, ülkenin batısındaki ünlü fiyortlarının yerini ne kadar tutacağını bilemesek de, böyle bir geziye katılmak istiyoruz. Biletlerimizi alıyor ve tur zamanını beklemeye başlıyoruz.
Limanın hemen yan tarafında Oslo’nun tarihi alanlarından Akhersus Kalesi bulunuyor. Surlarını yakından inceliyor sonrasında tur için son yarım saatimizi meydanda bulunan bir kafede kahvelerimizi içerek geçiriyoruz.


Oslo Fiyort Turu
Saat gelince limanda turu gerçekleştirecek yata geçiyoruz. Hava da güzel olunca bizim gibi düşünenlerin sayısı az değil, yat oldukça kalabalık. Açık havanın tadını çıkararak yat turuna başlıyoruz.
Yaklaşık 2 saat süren bu yat turunda hem Oslo’yu denizden görme şansı buluyor, hem de Oslo çevresindeki fiyortları yakından görüyoruz. (Haritadan bakarsanız Oslo’nun da kıyısının bulunduğu körfez oldukça ilginç. Tabi bu Norveç’in batısındaki asıl fiyort turlarının çok çok küçük bir demosu olabildi diye düşünüyorum ama yine de yapmaya değer).
Tur esnasında Osloluların denize olan merakına dair ipuçlarını da görüyoruz; denize sıfır inşa edilmiş renkli küçük kulübeler, küçük yelkenliler…


Devlet Resim Müzesi (National Gallery)
Yat turu sonrası sıra Oslo’nun oldukça zengin müze yelpazesinden en dikkat çekici olanları gezmeye geliyor. İlk tercihimizi Norveçli ünlü ressam Edward Münch’ünkiler de dahil birçok eseri görebileceğimiz Devlet Resim Müzesi’nden (National Gallery) yana kullanıyoruz. Limandan yukarı doğru yürüyerek önce Devlet Tiyatro Binası’nın (National Theatre) önünden geçiyor sonar Karl Johans’ın biraz üstünde bulunan müzeye ulaşıyoruz.

Müze kesinlikle tatmin edici butik bir müze. Birkaç saatte içinize siner şekilde gezebiliyorsunuz. Başta Münch olmak üzere Monet, Picasso gibi çok önemli ressamlara ait önemli bir koleksiyonu görme fırsatı buluyoruz. Aşağıda görebileceklerinize dair birkaç örneği bulabilirsiniz. (Oslo’da çoğunlukla Edward Münch’ün eserlerinin sergilendiği ayrı bir müze – Munch Müzesi – de mevcut, sıkı bir hayranıysanız veya resme ilginiz büyükse şehir merkezinden biraz daha uzakta yer alan bu müze için zaman ayırmanızda fayda var).



Müzeden çıktıktan sonra Karl Johans’da dükkanları gezerek dolaşıyoruz. Daha sonra akşam yemeği için odamıza dönüyor, güzel bir ziyafet çekiyoruz 🙂
Müzeler Adası – Fram Müzesi
Ertesi sabah kahvaltı sonrası hedefimiz müzeler adası. Belediye binası önündeki duraktan otobüse binerek müzeler adasına doğru yola çıkıyoruz. Bu bölgede Viking Gemi Müzesi, Kon-Tiki, Norveç Kültür Tarihi Müzesi gibi Norveç’in ve Oslo’nun (dolayısıyla da Vikinglerin) tarihi ve kültürel gelişimini anlatan müzeler mevcut. Biz özellikle Kuzey Kutbu, Grönland ve Antartika’da yapılan keşiflerin tarihçesini ve kaşifleri anlatan Fram Müzesi’ni tercih ediyoruz.
Müze ilk bakışta dışarıdan küçük görünse de içeride 3 katlı bir yapı var. Bu nedenle müzeyi hakkıyla gezebilmek için birkaç saat ayırmak gerekiyor. Oldukça orjinal ve daha önce gezdiğimiz hiçbir müzeye benzemeyen bu müzede (ki 2015’te Norveç’in en iyi müzesi de seçilmiş) keyifli zaman geçiriyor ve yapılan bu keşiflere dair bilmediklerimizi öğreniyoruz. Özellikle iki farklı grup kaşifin 1911 yılında Güney Kutup Noktası’na yaptıkları keşif yarışının gerçek öyküsü hem etkileyici hem de öğretici. Norveçli kaşif Roald Amundsen’in ekibi büyük bir disiplin ve ekip çalışması ile başarılı olurken, İngiliz Robert Falcon Scott’ın ekibi günlük değişen planların daha doğrusu plansızlıkların sonucunda trajik şekilde yaşamlarını kaybediyorlar… Ama bu iki maceracı ekip de Antartika kıtasının keşfinde çok önemli rol oynamışlar, saygı duymamak mümkün değil…


Müzeden çıktıktan sonra otobüsle liman bölgesine geri dönüyoruz. Limanın yan kısmında kafe ve restoranların bulunduğu Aker Brygge tarafına doğru yürüyoruz. Hemen köşede giriş kısmında yer alan Oslo’nun bir diğer simgesi Nobel Barış Merkezi’ni görüyor ve önünden yürümeye devam ediyoruz.
Limanın bu tarafı gerçekten hareketli ve zaman geçirmek için ideal bir yer. Biz de Olivia isimli restoranda oturup Norveç somonu (gelmişken yemeden gitmek olmazdı :)) yiyor ve mekanın tadını çıkarıyoruz.

Vigeland Heykel Parkı
Limanda yemek yedikten sonra yine Oslo’nun kendine has orjinal mekanlarından biri olacağını tahmin ettiğimiz Vigeland Heykel Parkı’na doğru yola çıkıyoruz. Bunun için Kraliyet Sarayı’nın yakınından metroya binerek parkın yakınlarındaki durağa gidiyoruz.
Parka giriş ücretsiz, yürüyerek heykel parkın başı olan köprüye ulaşıyoruz. Parkın ismi heykeltraş Gustav Vigeland’dan geliyor ki kendisi parkın hem peyzajını, hem mimarisini hem de parkın asıl esprisi olan 200’den fazla heykelin yaratıcısı. Bronz, granite ve dövme demirden yapılma heykellerde insanın doğumu, gençliği, yetişkinliği ve yaşlılığı yani kısaca yaşam döngüsü etkiliyici bir şekilde anlatılmış.
Heykel parkının son kısmında bulunan heykelleden yapılmış sütun oldukça etkileyici. Bu yüksekte kalan kısımdan parkı ve şehri seyretmek de keyifli bir deneyim oluyor…



Hava kararmaya başlamaya yakın parktan ayrılıyor yine metroyla Karl Johans’a daha sonra da yürüyerek odamıza dönüyoruz. Oslo’daki son akşam yemeğimizi yine keyifle odamızda yiyoruz. Ertesi sabah Türkiye’ye dönüyoruz…
Sonsöz
Avrupa’nın kuzeyi gerçekten daha turistik olan ve çok gezilen İtalya, Fransa, İspanya gibi ülkelerden daha farklı. Oslo’da bunu net bir şekilde hissedebiliyorsunuz. Belki daha az hareketli, daha donuk (havasıyla da ilgili muhakkak) ama bir o kadar da güvenli ve nezih. Tarihi ve kültür mirası oldukça farklı olsa da sanat ve müzeler açısından gerçekten çok zengin. Tüm bunlardan dolayı Avrupa’nın kuzeyini görüp gezmek kesinlikle eşsiz bir deneyim oldu.
Norveç’e bir daha mutlaka gidebilmeyi çok istiyoruz, eşsiz doğal güzelliklerini yani fiyortlarını hem denizden hem de karadan (boydan boya tren yoluyla) görebilmek için…
Gezi Tarihi: Nisan 2018





















































































Çok güzel