Helsinki
Diğer İskandinav ülkelerini daha önce ziyaret etme şansı bulmuştuk. Sona kalan Finlandiya’yı Baltık Denizi’nin iki komşu ülkesi ve iki başkenti ile beraber planladık: Helsinki ve Tallinn. Her iki şehre ikişer gün ayırdığımız gezimizin ilk bölümü için Helsinki’deyiz…
Finlandiya, diğer İskandinav ülkerine göre bana hep daha sade gelmiştir. Laponya ve diğer kuzey ülkeleri gibi “Kuzey Işıkları” ile öne çıksa da, popülerlik açısından komşuları Norveç ve İsveç’in gerisinde gibi görünen Finlandiya farklı bir yönüyle çok daha fazla bilinir: Başarılı eğitim sistemi… Finlerin gerçekleştirdiği eğitim ve kültür devrimi, sağladıkları toplumsal uyanış ve kalkınma Atatürk’ün de dikkatinden kaçmamış. Bunların anlatıldığı Beyaz Zambaklar Ülkesi’ni başucu kitabı yapmış…
Helsinki’yi gezerken eğitim sistemi ve kültürüne dolaylı yada dolaysız yollarla değineceğiz. Bunun dışında Finlerin çeşitli icatlarına, tarihine, ülkenin II.Dünya Savaşı’nda oynadığı role ve elbette ki kültürüne bir bakış atacağız. O zaman başlayalım…
Suomenlinna
Dünyada en fazla adaya sahip üç ülke İskandinavya ülkeleri. Yaklaşık 300.000 adaya sahip İsveç’i 200.000’in üzerindeki ada sayısı ile Norveç, onu da 200.000’e yaklaşan bir ada sayısı ile Finlandiya takip ediyor. Cezbedici denizi ve mavi kumsalları ile öne çıkan Yunanistan, Endonezya veya Maldivler ada ülkeleri olarak bilinse de (ki bunlar da doğru :)), bakmayın kuzeyde ve soğuk oluşuna, aslında Finlandiya da gerçek bir ada ülkesi.
Ülkenin adalarından en ünlüsü Suomenlinna, Baltık Denizi üzerinde Helsinki’ye çok yakın konumda yer alıyor. Unesco Dünya Miras Listesi’nde yer alan bu ada aslen başkentin tarihi koruyucu kalesi…

Adaya gidiş Eski Pazarın hemen önündeki iskeleden kalkan vapurlarla gerçekleşiyor. Kalkan vapur önce çok küçük bir ada olan Lonna’ya uğruyor, sonra Soumenlinna’ya geçiyor. Soumenlinna’da da iki ayrı durak var. İlki iki adayı birleştiren köprünün olduğu noktada, ikinci Kral Kapısı’nda. Birinde indikten sonra adayı gezip diğer duraktan dönüşü gerçekleştirebilirsiniz.
Doğal yapısı kale olmaya çok uygun birbirine çok yakın adalara yayılmış Soumenlinna, 18.yüzyılda bir hisara dönüştürülmüş. Tarihi dokusunun yanı sıra yemyeşil doğası ile de çok özgün bir yapıya sahip. Adayı daha da ilginçleştirense özellikle II.Dünya Savaşı döneminden kalma top bataryaları gibi ağır silahların günümüzde de konuşlandırıldıkları yerlerde görülebiliyor olması.

Daha vapur adaya yaklaşırken kendini gösteren denizaltı Vessiko, Soumenlinna’da önemli ziyaret noktalarından biri. Bir denizaltının içini görmek her zaman mümkün olmuyor ve 1930’lardan kalma bu deniz aracı, bir denizaltının insanlar için nasıl zorlu koşullara sahip olduğunu anlamaya yardımcı oluyor. Denizaltıda yüzlerce vana ve tesisatın arasına sıkışmış ufacık yaşama alanları, dar ve kapalı alan korkusu yani klostrofobiye sahip kişiler için kesinlikle uygun değil… Bu zorluğa bir de sesi çok iyi ileten deniz suyunun içindeki bu araçta, dışarıdan gelen sesleri hep bir düşman saldırısına yormanın getirdiği psikolojik baskı ekleniyor. Fiziki olarak da psikolojik olarak da denizaltıda olmak gerçekten çok zor…

Adayı baştan başa dolaşırken devasa toplardan, doğal bir savunma hattı gibi görünen surlardan etkilenmemek mümkün değil. Köprüden karşıya geçip Askeri Müze‘ye geçtiğinizde Finlandiya’nın yakın tarihi ve bunun dünya tarihini nasıl etkilediği ile ilgili kıymetli bilgiler edinebiliyorsunuz. Müzede özellikle II.Dünya Savaşı’nın başında Nazi Almanyası ile birlikte hareket eden Sovyetler Birliği’nin, Kış Savaşı ve Devam Savaşı’nda Finlandiya’da nasıl duvara tosladığını anlatan bilgiler mevcut. Sovyet Rusya’nın Finlandiya karşısında bu kadar zorlanması Hitler’de Rusya’nın kolaylıkla fethedilebileceği düşüncesinin oluşmasında, dolayısyla II.Dünya Savaşı’nın seyrinde büyük etkisi olmuş. Hitler Sovyetlere saldırarak Ruslara büyük kayıplar verdirse de (ki Sovyetler II.Dünya Savaşı’nın en büyük kayıp yaşayan ülkesi), Nazi Ordusu geniş Rus topraklarında durdurulmuş ve Hitler için sonun başlangıcı Sovyet Rusya olmuştu.

Müzede Fin ordusuna ait tanklarda gamalı haçı andıran Svatiska işaretini görünce bir irkiliyor insan. Nazilerle özdeşleşen bu sembol aslında çok eski ve tarih boyunca birçok farklı medeniyet tarafından kullanılmış. Sanskritçe “iyilik, esenlik getiren” anlamına gelen bu işaretin Hinduizm ve Budizm’de önemli bir anlamı var. Doğu Asya toplumlarının çoğunluğu, Antik Yunan ve Roma, Orta ve Güney Amerika uygarlıkları ve hatta ön Türkler bu sembolü kullanmış. Böyle bakınca Finlerin de Svatiska’yı kullanması çok şaşırtıcı değil.
Finlerin kuzey ve soğuk topraklarda askeri açıdan geliştirdikleri pek çok strateji ve taktik var. Birçoğu gerilla taktiklerine dayanan bu aksiyonlarla, Ruslarla olan savaşlarda güç dengesini sağlamışlar. Kış Savaşı’nda icat ettikleri, yanıcı maddelerin fitille ateşlenecek şekilde kırılgan bir şişe içine konulması ile elde edilen “Molotov Kokteyli”, daha sonra basit ama etkili bir silah olarak tüm dünyaya yayılıyor. Dönemin Rus Dışişleri Bakanı Vyacheslav Molotov’a bir gönderme olarak verdikleri bu isim belki de Finler sayesinde ölümsüzleşmiş oldu (muhtemelen kendisi böyle tercih etmezdi ama yapacak bir şey yok :)).
(Konuyla ilgisi olmasa da Finlerin dünyaya armağan ettiği bir diğer icadı da analım: Sauna. Soğuk havalardan tetiklenerek mi icat ettiler bilemiyorum ama rahatlamanın farklı bir türünü bulmuşlar. Rahatlarken terlemek, sıkıntı çekmek de var tabii burada. Ee saunaya giren terler…)

Surları boydan boya gezerken devasa toplar da görülüyor. Surların yapı olarak en güzel kısmıysa Kral Kapısı. 1754 yılında Finlandiya İsveç’e bağlıyken kral Adolf Frederich tarafından yaptırılan bu kapı, kralın aynı zamanda adaya giriş noktası olmuş. Böyle olunca kapıya isim bulmak çok da zor olmamış 🙂
Helsinki Katedrali & Senato Meydanı
Şehir merkezini gezmeye başlamak için ideal yer olan Helsinki Katedrali, şehrin en özel yapılarından biri ve şehrin simgesi. Senato Meydanı’nda yer alan yapının inşası 1830-1852 yılları arasında yapılmış. Finlandiya’nın o dönem tabi olduğu Rus Çarı I.Nikolay adına yaptırılan katedralin ismi de, Finlandiya’nın tam bağımsızlığını kazandığı 1917 yılına kadar Aziz Nikolay Kilisesi olarak kalmış.

Katedralin aşağısında uzanan Senato Meydanı, güzel ve etkileyici bir meydan. Çevresinde Baltık Mimarisi’nin birbiriyle uyumu ile de dikkat çeken zarif örnekleri, ortasında da Finlandiya Dükü II.Alexander’a ait bir heykel bulunuyor. Meydanı çevreleyen yapılar arasında katedralin yanı sıra Hükümet Sarayı, Helsinki Üniversitesi Ana Binası ve kentin en eski yapısı olan Sederholm Evi bulunuyor.

Uspenski Katedrali – Eski Pazar
Kentin simge yapılarından bir diğeri Uspenski Katedrali, Senato Meydanı’nın biraz ilerisinde yer alıyor. Yine 19.yüzyılda, 1862-1868 yılları arasında tamamlanan bu Ortodoks Katedrali, dış görünüşünden hemen anlaşılacağı üzere Rus mimarisi kimliğine sahip. İçinde birçok değerli ikon ve eser bulunduran katedralde zaman zaman hırsızlık olayları da yaşanmış. Bir dini mabette hırsızlığın olması ilginç, bunun Finlandiya gibi bir ülkede gerçeklemiş olması daha da ilginç…

Katedralin aşağasında yer alan Eski Pazar Meydanı (Kauppatori) halen günlük olarak yemek, giysi, aksesuar, hediyelik eşya tezgah ve dükkanlarına ev sahipliği yapıyor. Şehirde sokak lezzeti türü ürün satan çok fazla yer yok, denemek isterseniz Eski Pazar en uygun yer. Meydanın bitiminde bir çeşme ve heykel kombinasyonu olan Havis Amanda bulunuyor. Yanında kendinizi bir an Roma’da hissedebilirsiniz.
Esplanadi Parkı
Eski Pazar Meydanı’nın devamında, Senato Meydanı’nın da hemen aşağı kısmında yer alan Esplanadi Parkı kentlilerin sosyalleşme yerlerinden biri. Özellikle gençler gruplar halinde çimlere yayılmış bir şeyler yer içerken sohbet ediyor, şarkı söylüyor ve eğleniyorlar. Böyle bir atmosferde olup parkta vakit geçirmek insana enerji veriyor.

Esplanadi Park’ta Eino Leino ve Johan Ludvig Runeberg gibi ünlü Finli şairlere ait heykeller de bulunuyor, görülebilir. Ayrıca parkta yer alan Kappeli, her üç öğün için de tercih edilebilecek bir kafe-restorant, değerlendirebilirsiniz.
Rautatientori – Mannerheimintie Bulvarı
Helsinki’nin bir diğer ikonik meydanı Rautatientori (Railway Square) kentin önemli birkaç yapsına birden ev sahipliği yapıyor. Bunlardan ilki meydana da adını veren Tren Garı (Helsingin päärautatieasema). Giriş kapısının her iki yanında devasa ikişer heykelin bulunduğu yapı oldukça dikkat çekici. Gar binasının arka çaprazında yer alan Finnish National Theatre (Suomen Kansallisteatteri) daha küçük ama aynı zamanda daha şirin bir yapı.

Meydanın diğer tarafında ise kentin en önemli müzelerinden biri Ateneum Müzesi yer alıyor. 1887 yılında inşa edilen yapı, 1991’de müzeye çevrilmeden önce Finlandiya Güzel Sanatlar Akademisi ve Helsinki Sanat-Dizayn Üniversitesi binaları olarak hizmet vermiş. Günümüzde müzede klasik sanat eserlerinden oluşan koleksiyonlar sergileniyor. Edward Münch, Van Gogh, Paul Cezanne gibi usta ressamların yağlı boya tabloları ve simgesel anlamlar içeren heykelleri ile Ateneum, kentin en ziyaret edilesi müzesi.

Meydanın batı tarafını Helsinki’nin ünlü bulvarı Mannerheimintie kesiyor. Mannerheimintie Bulvarı, Esplanadi Park’ın batı ucundaki İsveç Tiyatrosu’ndan başlayarak 5.5 km boyunca kuzeye doğru ilerleyen epey uzun bir cadde. Caddenin her iki tarafında önemli şirketlere ait plazalar, bankalar, oteller, kafeler, restorantlar, global markalara ait mağazalar ve marketler yer alıyor. Bunlara ek olarak Parlamento Binası ve şehrin bir diğer önemli müzesi Kiasma da bu cadde üzerinde bulunuyor Dolayısıyla Helsinki’ye gelince, 5.5 km boyunca olmasa da, Mannerheimintie’de bir yürüyüş yapmadan olmaz.
Tabii her yere de yürünmüyor 🙂 Helsinki’de birçok yere tramvay veya otobüsle gitmek oldukça mantıklı. Otobüs biletini duraklara yerleştirilmiş elektronik makinelerden kredi kartıyla alabilirsiniz.
Helsinki Merkez Kütüphanesi: Oodi
Sırada Helsinki’de gördüğümüz en farklı ve etkileyici mekan Oodi var. Helsinki Merkez Kütüphanesi Oodi, Finlandiya Cumhuriyeti’nin kuruluşunun 100.yılına istinaden Helsinki halkının kararıyla 2017 yılında kurulan çok özgün ve oldukça estetik bir yapı. Uluslararası birçok ölçüm metodolojisinde Fin eğitim sisteminin ilk 5’te yer aldığını uzun yıllardır görüyoruz. Halkın da 100.yıla farklı türde bir seçim yapmayıp oyunu öğrenmenin merkezi “kütüphane”den yana kullanması epey manidar…

Oodi’yi klasik bir kütüphane olarak tanımlamak kesinlikle büyük bir haksızlık olur. Burası kent sakinleri için bir buluşma ve sosyalleşme merkezi aynı zamanda. Üç kattan oluşan yapının sadece en üst katı çok güzel tasarlanmış etkileyici bir kütüphane. Bu kısımda çocuklara ayrılmış oldukça büyük bir kısımın yanı sıra, kutu oyunlarının yer aldığı biraz sıra dışı bir bölüm de var.

En üst kattaki kütüphaneden de etkilenmemek mümkün değil ama Oodi’yi eşsiz kılan bölüm ikinci kat. Yaratıcılık alanı olarak adlandırılan bu kat çeşitli tasarım ve deneyim atölyelerine ayrılmış. Burada kıyafet tasarımından koldlamaya, müzik enstruman stüdyolarından görsel sanatlar atölyelerine, teknoloji labratuvarlarından sinema odalarına ne ararsanız var. Hatta ve hatta farklı yaş grupları için playstation veya video oyunlar için salonlar bile var. Ve bu alanların tümü hatrı sayılır şekilde dolu. İnsanlar burada çalışıyorlar, deneyerek öğreniyorlar, eğleniyorlar ve bir şeyler yaratıyorlar…
En alt katta ise kafe tarzı bir yer ve insanların oturup sohbet edebileceği alanlar var. Yine bu kısımda onlarca masada oturmuş karşılıklı satranç oynayan gençleri görünce imrenmeden edemiyor insan. Yeri gelmişken şunu da belirtmek gerek; toplu taşıma araçları, kafeler, restrorantlarda birçok farklı mekanda gözlemledik ki ebeveynlerin yanındaki çocukların hiçbirinde tablet veya telefon yoktu. Bunu bir kültür haline getirdiklerini düşünmeden edemedik. Eğitimi bu kadar önceleyen bir toplumda buna şahit olmak çok şaşırtıcı değil belki, ama oldukça ilham verici…

Oodi’de katları yürüyen merdivenlerle çıkmak mümkün ama bir de orta kısımda görselliği ile öne çıkan dönen merdivenler var. Duvarları 400 kadar Fince kelime ile kaplı. “Omistuskirjoitus” yani “İthaf” adını taşıyan bu merdivenlerde insanları bu kütüphanenin kimin için olduğu düşündürtmek amaçlanmış. Kelimeler de halka sorularak yine halk tarafından seçilmiş…

Oodi’de sembolize edilen çok fazla şey var. Bunlardan biri de teras balkonunun yüksekliği. Burası karşıda yükselen Parlamento Binası ile eşit olacak yükseklikte inşa edilmiş. Benim aldığım şu minvalde bir mesaj: “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir…”
Kamppi
Şehir merkezindeki bir diğer popüler semt Kamppi var sırada. Kamppi şehirde iş hayatının da kalbinin attığı yer denilebilir. Etrafı yüksek binalarla kaplı Narinkka Meydanı, işten çıkan kentlileri ağırlayan kafeler, restorantlar ve publarla dolu. Bu meydan zaman zaman konserlere ve etkinliklere de ev sahipliği yapıyor.
Meydanı asıl ilginç kılansa Kamppi Şapeli. “Sessizlik Şapeli” olarak da anılan bu mabet sıradışı bir tasarıma sahip. Dışarıdan dini bir mabet olarak algılanması mümkün değil. İçi de zaten dört duvardan oluşuyor 🙂 İnsanların yoğun hayat temposunda sakinleşmesini hatırlatan ve buna davet eden mabet, Evangelist Kilise’ye aitmiş. Aslında bütün dinlerin üzerinde bir amacı var, hiçbir zümreye ait olmasa da olurmuş…

Narinkka Meydanı’nda yer alan alışveriş merkezlerinden birinin en altında şehirlerarası otobüs terminali yer alıyor. Tesadüfen keşfettiğimiz bu durum bize Helsinki Terminal Teorisi’ni hatırlattı. Helsinki Terminali’nden kalkan tüm otobüsler bir süre aynı yöne gidermiş. Teoriye göre başka otobüslere baktığınızda hepsinin aynı yöne gittiğini görüp bindiğiniz otobüs yerine başkasına da binebileceğinizi düşünüp, bu otobüse binmenin anlamsızlığını sorgulayabilirsiniz. Teorinin özü ise şu: “Hayata atılan insanlar aynı yerden sıfırdan başlıyorlar. Fark yaratmak için yaptığınız seçimleri sorgulamaktansa gitmek istediğiniz yolda uzmanlaşmaya bakın. Bunun için de çok çalışın (10000 saat kuralı). Ancak böyle fark yaratabilirsiniz…”
OtogardaN kalkan otobüslerin gerçekten aynı yöne gidip gitmediğini ise gözlemlemedik. Ama Helsinki’nin ülke coğrafyasındaki konumu gereği (en güneyde kalıyor, otogarda şehrin güneyinde zaten), hepsinin bir süre kuzeye gitmesi gayet mantıklı görünüyor 🙂
Temppeliaukio Kilisesi
Sırada yine orjinal bir mabet olan Temppeliaukio Kilisesi var. Kayalara oyularak yapılmış bu özgün kilise 1969 yılında tamamlanmış. Kilisenin yeri 1930 yılında belirlenmiş ve bir tasarım yarışması açılmış. Araya II.Dünya Savaşı’nın girmesiyle yıllarca ertelenen projeye ait yarışmayı kazanan Sumalainen kardeşler, kayaları oyarak çok özgün bir kilise inşa etmişler.

Gün ışığı ile aydınlatılan kilise, kayalar sayesinde oldukça yüksek seviye bir akustiğe sahip. Bu özelliği ile de kilise sıklıkla konserlere ev sahipliği yapıyormuş. Kiliseden ilginç bir not; böyle turistik yerlerde farklı dillerde tanıtım broşürleri bulunur ya bunların arasında Türkçe’yi de görmek şaşırtıcı oldu.
Sibelius Parkı
Sibelius Parkı şehir merkezinin bir miktar kuzeyinde bulunan genişçe bir park. İsmini ünlü Fin besteci Jean Sibelius’tan alan park, sanatçının 80.yaş gününde 1945 yılında açılmış. Parkın simgesi haline gelen Sibelius Anıtı ise Elia Hiltunen tarafından tasarlanarak parkın merkezine 1967’de yerleştirilmiş. Bu anıtın küçük bir versiyonu Sibelius’a Saygı ismiyle Paris’teki UNESCO merkezinde bulunuyor.

Parkta Sibelius Anıtı dışında da farklı heykeller, ağaçlar arasında ilerlenen yürüyüş yolları, gölet , çocuk oyun alanları bulunuyor. Çocuk parkının en dikkat çekici yanı güvenlik için etrafının tamamının kapatılmış olması. ABD ve Avrupa’nın çeşitli kentlerinde gördüğümüz bu uygulamayı ülkemizde de görsek ne güzel olur. Üstelik bizim parklarımız yollara, trafiğe çok daha yakın konumlandırılıyor…

Sibelius Parkı’nda yer alan Cafe Regatta keyifle vakit geçirebileceğiniz bir yer. Deniz kıyısında manzara izlerken çayınızı, kahvenizi yudumlayabilirsiniz. Self-servis olan bu mekan özellikle kış aylarında çok daha kalabalık oluyormuş. Temmuz ayında da bir ateş vardı ama asıl soğuk kış günlerinde kafeden alacağanız sosisleri, bahçesinde yer alan barbekü ateşinde pişirerek Helsinkililere eşlik edebilirsiniz.
İki günlük gezimizin sonunda bu sefer Suomenlinna’ya değil Tallinn’e geçmek için limandayız. Yaklaşık 2 saat sürecek yolculuk için feribota geçiyoruz. Suomenlinna’nın yanından geçip Helsinki’ye veda ediyoruz. Bir süre sonra göz gözü görmüyor, Baltık Denizi bu güzel yaz gününde bile sisli…
Gezi Tarihi: Temmuz 2025
Kitap Önerisi: Beyaz Zambaklar Ülkesinde – Grigoriy Petrov, Tavşan Yılı – Arto Paasilinna





















































































Son yorumlar