Buenos Aires

Arjantin; çok uzaklardaki Latin Amerika’nın çok sevdiğim ülkesi… Maradona’nın etkisiyle her dünya kupasında sempati ile yaklaştığım, Messi ile beraber sempatimin değişmez bir desteğe dönüştüğü futbol aşkının zirve yaptığı coğrafya… Arjantin’e olan sevgimde futbol önemli bir unsur evet ama, uzaktan uzağa bu ülkenin insanını, ülkemiz insanına çok benzer bulurdum. Sıcak, samimi, tutku dolu… Ve maalesef her iki bölgenin insanı da tarih boyunca çok farklı acıları yaşamış. Her ne kadar acıları kıyaslamak veya benzetmek çok doğru olmasa da, bu durum insanların birbirini daha iyi anlamalarını sağlayan, yakınlaştıran bir bağ da yaratıyor sanki, en azından benim için öyle…

Bounes Aires, güzel havalar demek. Ve bu şehir adının hakkını verircesine ziyaret ettiğimiz Ağustos ayında, yani Arjantin’de kış mevsiminin göbeğindeyken, oldukça iyi havalar sundu bize. Üzerimize birer mont giydik belki ama hepsi o kadar, bulunduğumuz 2,5 gün boyunca havası hiç üzmedi bizi. Teşekkürler Bounes Aires 🙂

Plaza de Mayo

Bounes Aires oldukça büyük bir şehir; 20 milyona yaklaşan nüfusu ile Arjantin’in birinci, tüm Güney Amerika’nın da en büyük ikinci kenti (ilk sırada Brezilya’dan Sao Paolo var). Bu büyük şehrin kalbi ise Plaza de Mayo. Kentin kurulduğu 1580 yılından itibaren çok önemli binalarla çevrelenen bu meydan, ülkenin siyasi gündeminin belirlendiği ikonik bir alan. Dolayısıyla, Plaza de Mayo günümüzde de Arjantin tarihi açısından çok önemli unsurlara ev sahipliği yapıyor ve haliyle şehri gezmeye başlamak için de en uygun nokta diyebiliriz.

Meydandaki önemli yapılardan ilki Casa Rosada’nın karşı köşesindeki konumuyla Bounes Aires Şehir Katedrali. Katedral etkileyici bir dış mimariye sahip, fakat ilk bakışta dini bir mabet gibi görünmüyor. Ancak içine geçince bir kiliseye geldiğinizi anlıyorsunuz.

Şehir Katedrali

Katedralin içi oldukça güzel, etkilenmemek mümkün değil. Bu katedrali sadece Bounes Aires için değil tüm Arjantin için önemli kılansa General Jose de San Martin’in mozolesini barındırmasından ileri geliyor. Buenos Aires doğumlu General San Martin, 19.yüzyılda İspanya’nın Güney Amerika’daki kolonilerinin bağımsızlığını kazanmasında önemli rol oynamış ve İspanyollara karşı isyanı başlatmış. İspanyollarla yapılan bir dizi savaş sonrası sadece Arjantin’in değil Şili ve Peru’nun da bağımsız bir devlet olmasının önünü açmış. Hatta kendisi Peru’nun kurucusu ve ilk devlet başkanı olarak biliniyor.

General San Martin’in Mozolesi

Katedralden çıkınca hemen karşı taraftaki pembe yapıya doğru yöneliyoruz, ve karşımızda tüm zarifliğiyle Casa Rosada duruyor. Arjantin Devlet Başkanı’nın yönetim konutu olan bu “Pembe Ev”, Eva Peron döneminden itibaren ayrı bir simge haline dönüşmüş. Tüm dünya tarihindeki en etkili ve sevilen “First Lady”lerden biri, belki de birincisi olan Eva Peron, özellikle yoksul halk ve işçi sınıfını destekleyen söylemleri ile Arjantin halkının gönlünde taht kurmuş. Evlenmeden önceki adıyla Eva Duarte’nin oldukça ilginç bir hayat hikayesi var: neredeyse sıfırdan başlayıp ileride devlet başkanı olacak Juan Peron ile birlikteliğine kadar olan süreçte basamakları birer birer çıkması; istediğini adım adım elde edip bir sonraki hedefe yönelmesi ve kafasına koyduğu her şeye ulaşma meziyeti; halkla kurduğu iletişim, topladığı sempati ve hitabet gücü ile insanları peşinden sürüklemesi; tüm bu yönleriyle oluşturduğu karizmasıyla devlet başkanı eşini bile geride bırakması; Eva Duarte’nin Arjantin halkı için ölümsüz sayılabilecek “Eva Peron”a dönüşmesinin kısa bir özeti sadece. Tabii Arjantin gibi kaotik bir ülkede kendisi birçok da düşman edinmiş, özellikle zengin kesim ve ordu mensupları onu hiçbir zaman benimsememiş. Gerçekten halk için içten bir şekilde mi çalışıp çabalamış yoksa kendi ihtirasları ve gücü elde etmek için mi didinip uğraşmış halen tartışılıyor. Ne olursa olsun yaşam öyküsünün yakın dünya tarihindeki en ilginç politik ve sosyolojik hikayelerden birisi olduğu kesin. Henüz 33 yaşındayken kanserden ölmeseydi bu hikaye nerelere evrilirdi diye merak etmemek de elde değil. Daha detaylı bilgi için birçok kaynak var; ben en iyilerden birinin özgünlüğü ve farklı bakış açılarına, bol bol hicive, yer yer de drama yer verilerek çevrilen müzikal film “Evita” olduğunu düşünüyorum. Meraklılarına tavsiye ederim.

Casa Rosada ve Manuel Belgrano Heykeli

Casa Rosada’yu seyrederken Eva Peron’un konuşmalarını yaptığı balkonu ve ışıkları her daim açık tutulan çalışma ofisinin pencerelerini görüyoruz. Yanımızda da yine ülkenin sembol isimlerinden birinin Manuel Belgrano’nun heykeli duruyor. Belgrano 18.yüzyılda Arjantin’in bağımsızlık mücadelesinde yer almış ve Arjantin bayrağının tasarımına imza atmış. Yani ülkenin kahramanlarından bir diğeri konumunda 🙂

Heykelin altındaki basamaklar ve çevresi taşlarla doldurulmuş… Covid salgınında hayatını kaybedenlerin anısına yakınlarının bıraktığı duygu dolu bu simgeleri görünce kıta yerlilerinin Avrupa’dan gelen öncülerin getirdiği virüslerle nasıl da kırılıp yittiğini hatırlamadan edemiyor insan. Tarih de bir noktada gerçekten tekerrürden ibaret maalesef…

Casa Rosada – Gece görünüşü

Plaza de Mayo, her daim Arjantin halkının kutlamaları, isyanları, devrimleri için toplantı noktası olmuş. 1811’deki devrimi simgelemek için de meydanın tam ortasına bir devrim anıtı yerleştirilmiş. Bu heykelin çevresindeki kaldırımlarda bir figür dikkatimizi çekiyor ki bunun da sarsıcı bir anlamı var: 1976-1983 yılları arasında Arjantin askeri cunta tarafından yönetilirken çok büyük bir baskı ortamı oluşmuş. Devrimci muhalifler hapse atılmış, büyük işkenceler görmüş, büyük kayıplar yaşanmış… İşte o dönem kaybolan devrimci muhaliflerin anneleri bu meydanda toplanıp beyaz eşarplarıyla devleti protesto edip çocuklarını ve çocuklarının haklarını aramaya başlamışlar. (maalesef bu hikaye de bize o kadar tanıdık ki…) Ve o beyaz eşarplar bir simge olarak meydanın kaldırımlarında yerini bulmuş. “Plaza de Mayo Anneleri” olarak da anılan bu annelere ve haklı arayışlarına selam olsun… (O dönemki askeri cunta yönetiminin gerçeklerini iyi anlatan filmlerden “Cautiva” izlenebilir, yine meraklılarına tavsiye ediyorum.)

Güney Amerika’nın dolayısıyla Arjantin’in tarihi gerçekten çok ilginç, farklı ve bir o kadar acıklı. Kıtanın keşfi, kolonileşme, yerlilere uygulanan soykırım ve sömürü, bağımsızlık mücadelesi, Juan & Eva Peron dönemi, Arjantin’de doğup dünyaya damga vuran Che Guevera gerçeği, hiç bitmeyen demokrasi denemeleri ve askeri cuntaların yönetime el koyması, halkın futbol tutkusu ve ülkeyi yönetelerin bunu bir politika olarak kullanması, Kuzey Amerika’daki dost (!) ülkenin müdahaleleri, her daim süren bir kaos ortamı ve ekonomik zorluklar… Kendimce çok sevdiğim Arjantin’in tarihini böylece özetledim ve niyetim asla koskoca bir ülkeye saygısızlık etmek değil. Plaza de Mayo bu yazdıklarımın birçoğunu yaşatıp hissettirirken diğerlerini de bir film şeridi gibi düşündürttü bana…

Florida

Plaza de Mayo’dan ayrılıp Bounes Aires’in simge caddelerinden Florida‘ya doğru yol alıyoruz. Trafiğe kapalı bu cadde tabiri caizse Buenos Aires’in İstiklal’i gibi. Günün her saati belirli bir kalabalığa ev sahipliği yapan Florida’yı baştan başa yürümek epey vakit alıyor.

Florida

Sağlı sollu mağazalar, kafeler, dükkanlar arasında yol alırken bu caddede belli başlı markaları birden fazla kez görmek şaşırtıcı değil. Bunlardan bazıları Güney Amerika, özellikle de Arjantin’de oldukça moda. Şehirde sayısız noktada görebileceğiniz “I love Gifts” adından da anlaşılacağı üzere Arjantin ve Buenos Aires’e özgü hediyelik eşyaları bulabileceğiniz şık bir mağaza. Burası, kentlilerin sürekli ellerinde taşıdığı ve demir bir pipetle “mate çayı” içtiği kupalar başta olmak üzere magnet, t-shirt, forma gibi birçok aksesuarı bulabileceğiniz bir yer. Mağazaların şıklığını ve yaygınlığını görünce pahalı kalabilir diye düşünebilirsiniz ama öyle değil, test edilip onaylanmıştır 🙂

Florida ve şehirde birçok noktada göreceğiniz bir başka marka da “Havanna” kafe. Özellikle kahve ve çikolata bulabileceğiniz Havanna şubeleri Arjantin’in “Starbucks”ı gibi. En azından bir kere denemeye değer diye düşünüyorum.

Galerias Pasifico Alışveriş Merkezi

Florida üzerinde yer alan görülmeye değer yerlerden biri de Galerias Pasifico Alışveriş Merkezi. AVM deyince doğal olarak akla alış veriş ve mağazalar geliyor ancak Galerias Pasifico’yu ilginç kılan alışverişten ziyade sanat eseri iç tasarımı ve atmosferi. İçine girip hemen her köşede yer alan devasa tabloları görünce neyi kast ettiğimi anlayacaksınız diye düşünüyorum. Katlar arasında dolaşırken sanat dolu atmosferine hayran kalacağınız Galerias Pasifico’ya gelmişken alışveriş yapıp yapmamak da size kalmış 🙂

Galerias Pasifico’dan

Florida’dayken yapmaktan geri durmayacağınız bir diğer şey de hemen yakınlardaki Cafe Tortini‘yi görmek olmalı. Burası sıradan bir kafe değil, ki önüne gittiğinizde göreceğiniz kalabalık ve sıra bekleyen insanlar sizi şaşırtmamalı. Biz de Cafe Tortini’ye girmek için 45 dakika kadar sıra bekledik, buna değer mi derseniz madalyonun iki yüzü var diyebilirim. Madalyonun ön yüzüne bakacak olursak; Cafe Tortini Buenos Aires’te edebiyatçılar ve sanatçıların toplandığı, sohbet ettiği, eserlerini kaleme aldığı önemli bir mekan olmuş. Kafe etkileyici iç tasarıma sahip ve kafenin küçük bir müze hüveyitendeki salonlarını görmek kaçırılmaması gereken bir deneyim. Öyle ki salonların birinde baş köşe Arjantin’in efsanevi yazar ve şairi Jose Luis Borges, tangonun kralı Carlos Gardel ve şair Alfonsina Storni’nin heykellerine ayrılmış…

Cafe Tortini’de üç önemli figür: Borges, Gardel ve Storni

Madalyonun diğer yüzüne gelecek olursak, kafede yiyeceğiniz yemek ve tatlılardan çok özel bir şey beklemeyin. Servis hızı ve kalitesini görünce dışarıda neden bu kadar sıra oluştuğunu da anlayacaksanız. Ne diyeyim biraz rahatlar. Özetle hayal kırılıklığı yaşamamak için sadece içerinin sanat dolu atmosferine yoğunlaşıp kahveleri yudumlamak ve şehrin sanat tarihine tanıklık etmeye odaklanmakta fayda var.

9 Temmuz Bulvarı

Florida’dan sonra Buenos Aires’in önemli simgelerinden bazılarının yer aldığı bir diğer cadde olan 9 Temmuz Bulvarı‘na yürüyoruz. Bu devasa bulvarda her bir yön için 7 olmak üzere toplamda 14 şerit bulunuyor. 150 metrelik genişliğe sahip 9 Temmuz Bulvarı aynı zamanda dünyadaki en geniş caddesi olma özelliğini taşıyor.

9 Temmuz Bulvarı

Bulvarda bulunan önemli yapılardan biri 67 metre uzunluğundaki “Obelisk“, yani dikilitaş. Bulvarın da isminin kaynağı olan 9 Temmuz 1816 Arjantin Bağımsızlık Günü anısına dikilen bu anıtın yapımı 1936’da tamamlanmış. Dikilitaşın yer aldığı alanın adı Plaza de Republica (Cumhuriyet Meydanı) ve halen kentlilerin en önemli buluşma noktalarında biri konumunda.

Obelisk’in karşısında bulvarın diğer tarafında yer alan “Ministerio De Obras Publicas” (Halka İlişkiler Bakanlığı) binası üzerine çizilmiş devasa Eva Peron portresi yer alıyor. Ve bu unutulmaz first lady’nin silüetini bu devasa bulvar üzerinde sürekli görünür kılıp yaşatmaya devam ediyorlar.

Colon Tiyatrosu

Colon Tiyatrosu, 9 Temmuz Bulvarı’nda yer alan önemli yapılardan bir diğeri. Bu tiyatro binası, gerek iç mimarisi gerek akustik dizaynının başarısı ile dünyanın en iyi tiyatro-opera salonlarından biri. Biz o kadar şanslı olamadık ama Colon Tiyatro binasında izleyeceğiniz bir oyun ya da gösteri eşsiz bir deneyim fırsatı olacaktır. Öyle bir fırsatınız olmaz ise Colon Tiyatro binasını turlar eşliğinde bir müze statüsünde gezmek de mümkün.

Parlemento Binası

9 Temmuz Bulvarı çevresinde görülecek yerler arasında Palacio Barolo ve Avrupa şehirlerinde mimarisinin benzerlerine sıkça rastlayabileceğiniz Congreso de la Nación Argentina (Arjantin Parlamento Binası) de yer alıyor. Özellike Palacio Barolo özgün mimarisi şehrin öne çıkan yapılarından biri, vaktiniz varsa kaçırmayın derim.

La Recoleta Mezarlığı

Sırada Buenos Aires’in en zengin semtlerinden biri var: La Recoleta. Ancak bu semti zenginliğinden çok farklı bir özelliği ünlü kılıyor, açık bir hava müzesi statüsündeki La Recoleta Mezarlığı

La Recoleta Mezarlığı

La Recoleta Mezarlığı, Buenos Aires dolayısıyla da Arjantin’in tüm seçkin ailelerinin mezarlarının bulunduğu yer. Dünya üzerinde metrekaresi en pahalı mezarlık olduğu söyleniyor ki ekonomisi dipte yer alan bir ülke için ne yaman çelişki bu diye düşünmeden edemiyor insan…

Arjantin’in devlet başkanları, ünlü sanatçıları, gazetecileri gibi birçok önemli kişilik ve ailerine ev sahipliği yapan bu mezarlık biraz Moskova’da Nazım Hikmet’in de naaşının bulunduğu Novodevici’yi anımsatıyor. Ama kesinlikle mezarlıkların boyutu ve ihtişamu La Recoleta’da ayrı bir boyuta varıyor…

Sanat eseri mezarlıklar

Kulağa ne kadar mantıksız gelse de, insanoğlu bir mezarlık ziyareti gerçekleştirecekse bunlardan ilki La Recoleta olmalı (ikincisi de Moskova) bunda şüpheye yer yok. Mezar tasarımları ve heykeller etkileyici güzellikteler, ki buranın bir mezarlık olduğunu düşününce insan ister istemez daha çok etkileniyor.

La Recoleta’da Eva Peron’un ve ailesinin, Jorge Luis Borges’in olmasa da ailesinin ve birçok ünlü Arjantilinin mezarlarını görebilirsiniz. Gözler elbette Diego Armando Maradona’yı arıyor ama o özellikle buraya gömülmek istememiş sakin, huzurlu bir yerde ebedi uykusuna yatmayı arzu etmiş. Bu nedenle Maradona’nın mezarı şehrin yaklaşık 90km dışında bir yerde yer alıyor.

La recolata’da Liliana’nın heykeli ve mezarı

La Recoleta’da yer alan en özel mezarlardan biri Liliana Crociati de Szaszak’a ait olanı. Onu çok seven köpeğiyle beraber aynı mezara gömülen Liliana’nın hayat hikayesi Türk filmlerini aratmıyor. İki zengin aile arasında yapılan mantık evliliği ile dünya evine giren ve bu evliliği hiç istemeyen Liliana İsviçre’de eşiyle tatildeyken düşen çığ sonucu hayatını kaybediyor. Ve tabii kocası bu kazadan kurtuluyor, olan 26 yaşındaki bahtsız Liliana’ya oluyor. Onun ölümüne dayanamayıp kısa süre sonra ölen köpeği de yanına gömülüyor. Liliana ve köpeğinin heykeli La Recoleta’nın hiç şüphesiz en güzel ve özel heykellerinden biri…

San Telmo

Buenos Aires’in en hareketli ve özel semtlerinden biri olan San Telmo‘ya geçiyoruz. Şehir tarihinin en eski semtlerinden biri olan San Telmo, Buenos Aires’in ilk endüstriyel yerleşimi olmuş. Yıllar boyunca şehir için önemini hiç yitirmeyen semt günümüzde de önemini koruyor; birçok sosyal aktivitiye, müzeye, gençlerin vakit geçirdiği mekana ev sahipliği yapıyor.

Plaza Dorrego

San Telmo’nun kalbinde Tango ile özdeşleşmiş Plaza Dorrego yer alıyor. Bu küçük meydan birçok kafe, bar ve dükkanla çevrelenmiş durumda, özellikle de Pazar günleri tango şovlarına ev sahipliği yapıyor. Biz bir Pazar günü Plaza Dorrego’ya gittik ancak hem biraz erken saatti hem de kış mevsiminin etkisiyle ancak bir antika eşya pazarını görebildik. Neyse ki tangoya şahit olabileceğimiz başka fırsatlarımız oldu.

San Telmo’ya gelmişken görülmeden geçilmeyecek yerlerden biri Mercado San Telmo (San Telmo Market). Burası sayısız kafe, bar ve restoranta ev sahipliği yapan özellikle gençlerin uğrak yeri olan cıvıl cıvıl bir ortama sahip olan özel bir market. Burayı görünce Lizbon’daki Time Out‘u akla getirmemek mümkün değil, tabii San Telmo Market 100 yıldan fazla olan geçmişiyle çok daha eski bir yapı. En azından bir öğününüzü burada geçirebilir, bu sıcacık ortamın keyfini çıkartabilirsiniz.

La Casa Minima

San Telmo’da sokaklar arasında gezerken kolaylıkla es geçebileceğiniz, hatta özellikle görmek isteyip çabalasanız da bulmakta zorlanacağanız (ki bize öyle oldu :)) bir yapı bulunuyor: La Casa Minima. Sadece 2,5 metrelik genişliğiyle Buenos Aires’in en dar ve küçük evi olan La Casa Minima’nın zamanında özgürlüğüne kavuşan bir köleye ait olduğuna inanılıyor. Günümüzde de bir müze statüsünde.

The Church of San Pedro González Telmo

San Telmo’da görülecekler arasında geçmişi 1734 yılına kadar uzanan Katolik kilisesi Parroquia de San Pedro González Telmo (The Church of San Pedro González Telmo) ve 1956 yılında kurulan Modern Sanatlar Müzesi (Museum of Modern Art of Buenos Aires) de bulunuyor. Vaktiniz varsa özellikle şehirdeki en özel müzelerden biri olan Modern Sanatlar Müzesi’ni ziyaret etmek iyi bir seçenek olacaktır,

Museum of Modern Art of Buenos Aires

San Telmo’ya gelip akşamı bir Tango gösterisi ile noktalamamak olmaz. Şehirde elbette bunu gerçekleştirebileceğiniz sayısız seçenek var, bizim tercihimiz La Ventana adlı mekandan yana oldu. Ful course bir akşam yemeği ve yaklaşık 2,5 saatlik bir gösteriyi izlediğimiz La Ventana’nın fiyatı biraz pahalı gözükse de gecenin sonunda buna değdiğini düşündük.

Çok kaliteli tango dansının yanı sıra Arjantin’e özgü yerel müzik ve şovlarını izlediğimiz bu gösteri bizim için unutulmazlar arasında çoktan yerini aldı. Tango demişken, bu dansın tarihçesinden bahsetmemek olmaz. Tango zamanında genelevler önünde sırasını bekleyen erkeklerin sıkılmadan vakit geçirmek için birbirlerine hünerlerini sergilediği bir ortamda doğmuş. Erkek erkeğe gerçekleştirilen ve alt sınıflara ait olan bu dans zamanla erkeklerin kadınların gönlünü çalmak için kullandığı bir gösteri biçimine, sonra da zamanla Arjantin’in tüm damarlarına ve de dünyaya yayılan bir sanata dönüşmüş. Dünya üzerindeki en asil ve etkileyici danslardan biri olan tango işte böyle doğmuş…

Buenos Aires’te Tango Gecesi
La Ventana’da Arjantin’e has gösteriler

La Boca

Buenos Aires ziyaretimizin benim için en özel olan kısımlarından biri olan La Boca‘ya geçme zamanı. La Boca şehrin ruhunu en iyi yansıtan, rengarenk, dinamizm dolu bir yer. Ama her şeyden önemlisi Arjantin halkının futbol tutkusuna bire bir şahit olabileceğiniz bir ortamı var…

La Boca’da – Efsane Maradona

La Boca’da her yer sarı mavi ki bu renkler şehrin en önemli futbol kulüplerinden biri (diğeri de superclasico’nun diğer başrol oyuncusu River Plate) olan Boca Juniors’a ait. Kulübü ve mekanı olan La Boca’da efsane Maradona anlatılamaz bir yere sahip. Ancak yüceltilen sadece o değil Arjantin için diğer önemli figürlerde balkonlarda ve evlerin duvarlarında bizi selamlıyor; işte bir diğer futbol ilahı Lionel Messi, unutulmaz First Lady Eva Peron, Tango’nun Kralı Gardel ve Papa Francis…

La Boca’da – Maradona, Eva Peron ve Gardel heykelleri

Maradona ve Messi neyse de diğerleri hakikaten pokerdeki 5 benzemez gibi özellikle de Papa 🙂 Tam bu noktada Papa Francis’in ilginç öyküsünden bahsetmenin tam zamanı. Günümüzün Papası Francis, aslında Musolini’nin faşist rejiminden kaçan bir İtalyan ailenin mensubu. Gençliğinde Buenos Aires’te barlarda bodyguard olarak çalışmışlığı da olan Francis 2001 yılında kardinalliğe sonrasında da papalığa kadar yükselmiş. Ne diyeyim böylesine kaotik ve ilginç bir öykü Arjantin’den çıkmayacak da nereden çıkacak 🙂

La Boca’nın balkonlarından bizi selamlayan heykellerinden görüp çıkarttığım mesajsa şu; Arjantin halkı ne olursa olsun belirli bir noktaya gelmiş, belirli bir başarı elde etmiş vatandaşlarına sahip çıkıyor…

Caminito

La Boca’nın merkezinde yer alan Caminito sokağı sıradan bir yer değil. Rengarenk binaların çevrelediği bu sokakta aynı zamanda birçok sanat eseri sergileniyor. Bırakıp gitmek istemeyeceğiniz bu sokağın çevresinde yer alan kafe barlarda güzel vakit geçirirken sürpriz tango gösterilerine de şahit olabilirsiniz. Ayrıca burada bulunan mağazalarda Latin Amerika futboluna ait simgelere dair (forma, atkı, magnet, t-shirt vb.) alışveriş yapabilirsiniz.

La Boca’da sokak tangosu
Boca Cumhuriyeti – Republica de La Boca

La Bombenera, yani Boca Juniors’ın stadı La Boca’ya gelmişken görülmeden gidilmeyecek yerlerden biri ki bu efsanevi stadı görmeden gitmek de imkansız gibi bir şey. Semtin hemen göbeğinde yer alan stad, adeta La Boca’nın da merkezi konumunda. Meraklısı ve şanslıysanız bu statta Boca’nın maçını izleme imkanını da kaçırmazsınız; benim için bu mümkün olmadı…

Boca Juniors’ın Mabedi: La Bombonera Stadı

Puerto Madero

Atlantik Okyanusu’na komşu Buenos Aires’in liman semti Puerto Madero modern şehrin atmosferini hissetmek için en iyi yerlerden biri. Rio de la Plata nehrinin okyanusla birleşiği konumuyla Puerto Madero, günümüzde şık restorantlar, pahalı mağazalar ve yüksek gökdelenlere ev sahipliği yapıyor.

Puerto Madero-1

Aslında Puerto Madero’nun konumu tam olarak Atlantik Okyanusu’nun kıyısında yer almıyor. Burası görece korunaklı bir körfez. Ancak Puerto Madero tarih boyunca şehrin limanı, dolayısıyla da dünyaya açılan penceresi olmuş. Ki Puerto Madero’da dolaşırken buranın bir liman olduğunu düzenli aralıklarla görebileceğiniz vinçler sayesinde bir bakışta anlamak mümkün.

Puerto Madero’da yapılacak keyifli br yürüyüşün yanı sıra buradaki kaliteli restorantlardan birinde yemek yemeyi tercih edebilirsiniz. Happening Restorant bunun için en iyi seçeneklerden biri olacaktır. “Parilla” olarak anılan özel ateşte pişirilen et restorantlarından biri olan Happening’de ete doyacağınızı taahhüt edebilirim. Mekan, fiyat-kalite dengesinin de hakkını veriyor.

Puerto Madero-2

Happening’den çıkınca yakındaki dondurmacıyı görünce hemen içeriye giriyoruz. Burası klasik dondurmanın yanı sıra kendi imalatları olan çubuk dondurma da satan bir dondurmacı. Çubuklu dondurmalara bakınca Arjantin Milli Takımı renklerinde süslenmiş ve Messi’ye ithaf edilmiş dondurmalar hemen dikkatimi çekiyor. Yine de klasik dondurmadan sipariş etmeyi tercih ediyorum, Güney Amerika’ya özgü bir dondurma yeme ritüeliyle de burada tanışıyorum: külahtan dondurma kaşığı ile dondurma yemek 🙂

Palermo

Buenos Aires’te görmeyi istediğimiz son bölge Palermo bölgesi ve otobüsle merkezden uzak bu bölgeye kolayca ulaşıyoruz. Palermo’daki ilk hedefimiz şehrin özgün müzelerinden olan Museo de Arte Latinoamericano de Buenos Aires (MALBA). Frido Kahlo başta olmak üzere Latin Amerika’dan çıkmış sanatçıların eserlerini görmek istediğimiz bu müzeye maalesef giremiyoruz. Çünkü Arjantin’de seçim günü ve müzelerin tamamı kapalı.Biz de müzenin açık olan kafesi Ninina’da kahve içip kısmen de olsa müzenin havasını solumayı tercih ediyoruz.

Palermo modern kafe ve barları kadar yeşil alan ve parklarıyla da öne çıkan bir bölge. Parklardan en özellerinden biri de Japon Bahçesi. Bahçelikte dünya çapında üne sahip Japonlara Buenos Aires’te de bir park ayrılmış. Görselliği ve düzeni tahmin edebileceğiniz üzere Tokyo’daki Japon Bahçeleri kıvamında, yani tam bir Japon disiplini ve felsefesi ürünü…

Japon Bahçeleri-1
Japon Bahçeleri-2

2.5 günlük güzel bir gezinin sonrasında Buenos Aires’i tanımlamak gerekirse üvey bir Avrupa şehri gibi derdim. Avrupa esintilerini bulabileceğiniz kendine özgü gerçekleri olan bir şehir. Ne o kadar düzenli, ne de o kadar güvenli, ama birçoğuna kıyasla da sıcak ve samimi. Ve tabii biraz da kaotik. Özetle büyük usta Borges’in de dediği gibi “Arjantinliler İspanyolca konuşan, aslında İngiliz olmayı isteyen ve Paris’te yaşadıklarına inanan İtalyanlardır.” Ne olursa olsun ben bu ülkeyi ve insanlarını çok seviyorum. Gidip görmeden önce de böyleydi, hala böyle 🙂

Gezi Tarihi: Ağustos 2023

Kitap Önerisi: Ficciones Hayaller ve Hikayeler – Jorge Luis Borges, Latin Amerika’nın Kesik Damarları – Eduardo Galeano

You may also like...

2 Responses

  1. Meral Gül Uzman dedi ki:

    Çok güzel özetlemissiniz. Cok teşekkür ediyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir