14.Yüzyılda Bir Gezgin: İbn Battuta

Her ne kadar insanlığın en temel içgüdülerinden biri güvenlik ve risk almama üzerine de olsa, buna koşut olarak yeni şeyler ve yerler keşfetme duygusu da içinde yadsınamaz bir biçimde var olmuştur . Bu duygu da belki çoğu zaman bir temel soruna çözüm bulma zorunluluğundan (su veya yiyecek bulma, barınma, düşmanlardan kaçma ihtiyacı vb.) gün yüzüne çıkar. Güvenlik sorunu başta olmak üzere temel gereksinimler aşıldığındaysa daha saf bir yeni şeyler öğrenme/keşfetme merakı ortaya çıkar. Merak cesareti, cesaret de harekete geçmeyi tetikler. Sanırım macera da böyle başlar 🙂

Kanımca, mucitler insanlığın gelişiminde ne kadar önemliyse kaşifler de bir o kadar önemlidir. Mucitler yaptıkları icatlar ve geliştirdikleri tekniklerle insanlığın yaşama biçimini ileriye götürmüşken, kaşifler de yaptıkları keşiflerle insanlığa farklı olanaklar sunmuş, toplumların ufuklarını genişletmiştir. Marco Polo, İbn Battuta, Evliya Çelebi, Christoph Colomb, Americo Vespuci, Vasco de Gama, James Cook ve daha niceleri bu yoldan yürümüştür. Tabii her icat gibi (bkz: nükleer silahlar) her keşif de (bkz: yerli Amerikan halklarının başına gelenler) dünyayı daha iyi bir yer yapmamıştır orası ayrı…

Tarihte belki çok daha eski, sayıca da daha fazla gezgin vardı şimdi bunu bilebilmek mümkün değil. Bunu yazıya dökerek (veya yardımcılarına döktürerek :)) yüzyıllar sonrasına ulaşabilmiş çok az gezgin var. Bunlardan bilinirliği yüksek olan en eskileri Çinli Xuan Zang (7.yüzyıl), Venedikli Marco Polo (13.ve 14.yüzyıl) ve Berberi Mağrip İbn Battuta’dır (14.yüzyıl) ve gezi edebiyatının temelini atmışlardır. Çinli Xuan Zang diğer iki gezginden farklı olarak, özellikle Hindistan’a yaptığı 17 yıl süren seyahatiyle bilinir, yani daha sınırlı bir coğrafyayı gezmiştir. Tabii aralarındaki 700 yıllık zaman farkını da hesaba katıp onun da hakkını vermek lazım…

Ibn Battuta’ya gelecek olursak; tam ismi Ebu Abdullah Muhammed İbn Battuta Tanci’dir ve 1304 yılında Berberi Mağrip Merini Sultanlığı’nın (bugünkü Fas) bir şehri olan Tanca’da doğmuş, dopdolu bir yaşamın sonunda 1369 yılında Marakeş şehrinde ölmüştür.

İbn Battuta 1325 yılında hac niyetiyle ülkesinden ayrılıyor, ama sonrasında yolculuğu yaklaşık 29 yıl süren bir dünya seyahatine dönüşüyor. Aslında daha başından niyeti bir dünya gezisi miydi, oluşan zorunluluklar veya fırsatlar sonrası mı buna dönüştü İbn Battuta Seyahatnamesi’nde açık açık yazmıyor. Ben şahsen daha başından içinde bu niyetin var olduğunu, görüp gezdikçe de cesaretlenip içindeki maceracı ruhun peşinden gittiğine inanıyorum 🙂

İbn Battuta’nın akıl almaz seyahat rotası

Sonuç olarak İbn Battuta, o dönemde bilinen 3 kıtanın tamamına yayılan, toplamda 73000 millik bir mesafeye tekabül eden bir dünya turu yapıyor ki gerçekten akıl alır gibi değil. Şöyle ki; bu kuzey kutbundan güney kutbuna olan mesafeyi 6 defa kat etmek demek hem de çoğunluğu at veya deve üzerinde… Bir gezgin için günümüzde düşünemeyeceğimiz kadar çok belirsizlikle dolu böyle çok riskli bir seyahati gerçekleştirmeyi bırakın buna niyet edebilmek bile çok büyük bir iş. Önünde saygı ile eğilmekten başka ne yapılabilir ki…

Büyük gezginin 29 yıl boyunca gezip gördüğü yerlerin kısa bir özetini yapacak olursak: Kuzey Afrika, Mısır, Arabistan, Doğu Afrika, bugünkü Suriye ve Irak, Anadolu, Kırım, İran, Türkistan, Orta Asya, Hindistan, Seylan, Maldivler, bugünkü Endonezya’daki Sumatra, Çin’in Kanton ve Pekin bölgeleri, Endülüs toprakları ve Batı Afrika… İbn Battuta, Avrupa çok sınırlı kalsa da eski 3 kıtaya da seyahat etmiş, özellikle Ortadoğu, Anadolu, İran ve Hindistan’ı oldukça detaylı olarak gezmiştir. Bu ülkeler de ağırlıklı olarak İslamiyet’in yaşandığı coğrafyalardır ki kendisinin ana niyetlerinden birinin İslam coğrafyasını daha detaylı görmek olduğunu söyleyebiliriz. Ki derin İslam bilgisinin de etkisiyle ziyaret ettiği bir çok şehirde kadılık görevi yapmıştır.

Aslında İbn Battuta’nın bu 29 yıl boyunca sadece seyahat ettiğini söylemek yanlış olur. O sadece gezmemiş bulunduğu ülke ve şehirlerde hayatın içine karışmış, evlenmiş çocuk sahibi olmuş, hükümdarlarla, yöneticilerle, şehir halkıyla yakın ilişkiler kurmuş, bilgisi ve kişiliği ile onlardan saygı ve ihsan görmüş. Her şey onun için her zaman güllük, gülistanlık da olmamış elbette. Öyle olsaydı inandırıcı da olmazdı, hayat kendi normal akışında bile iniş çıkışlarla dolu. Sayısız bilinmezlikle dolu böyle bir seyahatin çok sancılı olaylara da gebe olmasını doğal olarak bekliyor insan. İbn Battuta seyahati boyunca birçok kez soyulmuş, malını mülkünü kaybetmiş, bazı hükümdarların hışmına uğramış ve cezalandırılmış, hayati tehlikeler atlatmış ama sonuç olarak bir şekilde hayatta kalmayı başarmış. Kısacası yolculuğu ve seyahat rotası kendi yaşam biçimine daha doğrusu hayat hikayesine dönüşmüş…

İbn Battuta Seyahatnamesi, bizzat İbn Battuta tarafından değil onun anılarını aktardığı bir katip olan İbn Cüzey el-Kelbi tarafından yazılmış, ama katibin kitaba kendinden kattığı çok az şey var. Bunlar da katibin kendi deyimiyle doğruluğu şüpheli bazı kişi ve yer adlarını veya olayların kronolojik sıralamasıyla ilgili problemli durumları düzeltmek veya çözüme kavuşturmak için olmuş. Konunun uzmanı olmasam da, bu haliyle bu kitabın tarihe, dönemin devletleri ve şehirlerinin sosyo-kültürel yapısına ışık tutan çok önemli bir eser olduğunu belirtmem herhalde yanlış olmaz.

Çok iyi bir gözlemci olan İbn Battuta, günümüzün bazı önemli başkentleri olan Şam (Dimaşk), Kahire, Delhi gibi şehirlerin o dönemdeki görkemini çok iyi şekilde yansıtırken, günümüzde adı sanı kalmayan veya önemini yitiren bazı şehirlerden de uzunca bahsederek insanın merakını kabartıyor. Her ne kadar ünlü gezginin anıları ve gözlemleri İslamiyetin altın çağı olarak anılan dönemin (8-14.yüzyıllar) son yüzyılına denk düşse de İran’ın, Afganistan’ın, Hindistan’ın bugüne benzer karışık durumu insanın dikkatini çekiyor. Bu noktada Avrupa’nın durumunu da düşünmeden edemiyor insan, keşke o kıtayı da daha detaylı gezseydi de bütünsel olarak farklı bir kıyas yapma şansımız olsaydı diye düşünüyorum.

İbn Battuta’nın Anadolu’yu ziyaret ettiği dönem beylikler döneminin sonları ve Osmanlı’nın yavaş yavaş öne çıktığı, Orhan Bey’in hükümdarlık dönemine denk düşüyor. Ancak beylikler varlıklarını sürdürüyor. İbn Battuta, Anadolu Beylikleri’ne ek olarak kuzeydeki Altın Orda Devleti ile İran ve Türkistan’daki Türklerle ilgili de gözlemlerini paylaşmış. Gezginin aktardıklarından Türklerle ilgili en dikkat çeken konuları; her daim öne çıkan misafirperverlikleri, atlara olan sevgileri ve düşkünlükleri, genel olarak ahlaksızlığa mesela hırsızlığa karşı olan çok katı tutumları olarak özetlemek mümkün. Ama hiç kuşkusuz en önemlisi kadınlara verilen değerin, kadınların toplumdaki konumunun diğer milletlerle kıyaslanmayacak şekilde çok önde olması ki 800 yıl sonra duruma bakınca bu tespitle gurur mu duymak lazım orası da koca bir soru işareti maalesef…

Kitap genel olarak ilginç ama Seylan (bugünkü Sri Lanka), Maldivler ve Sumatra ile ilgili kısımlar bana daha da bir ilginç geldi açıkçası. Coğrafyanın kendine has yapısı, yaşayan hakların özgünlüğü ve tüm bunların 800 yıl önceki durumu birleşince ortaya apayrı bir hikaye çıkmış kanımca. Sadece bu kısımlarda değil nadir de olsa olağanüstü olaylardan da bahsediyor İbn Battuta. Şimdiden bakınca bunların çoğunun o dönemde pek de bilinmeyen bazı insanların ilüzyon yeteneği ile açıklanabileceğini düşünüyorum, bazılarını bununla da açıklamak mümkün değil 🙂 Muhtelif yerlerde “İlginç olaylar” başlığı ile ayrıca aktırılan bu kısımlar, kitaba biraz masalsı bir hava da katmış.

Son kısımlarda İbn Battuta ülkesine, Merini Sultanlığı’na geri dönüyor. Bu kısımlarda da dünyayı gezip sayısız hükümdar gördükten sonra kendi ülkesinin hükümdarının en iyi özelliklere sahip hükümdar olduğunun altını çiziyor 🙂 Ne yalan söylemeli, ben buraları okuyunca İbn Battuta’nın bu dünya gezisinin kendi hükümdarının sponsorluğunda çok vizyoner bir benchmark çalışması olabileceğini de düşünmeden edemedim 🙂 Sonuç olarak hükümdar kendi şanının ve kudretinin tescillendirildiği tarihi bir belge oluşmasını sağlamak istemiş olabilir, kim bilir…

Dubai – İbn Battuta Alışveriş Merkezi

Belki benim ayıbım ama İbn Battuta’nın ismini ilk olarak Dubai’de gördüğüm bir alışveriş merkezine aynı ismin verilmiş olmasıyla tanımıştım. Ki alışveriş merkezinin konsepti de gezginin dünya gezisi rotasıyla örtüşecek şekildeydi. Sonrasında kendisini, seyahatlerini ve hayat hikayesini merak etmiştim ve çağının çok ötesinde bir iş gerçekleştirdiğini seyahatnameyi okudukça anladım. Çağımızda bu denli fark yaratacak gezginler, Yuri Gagarin ve Neil Armstrong’un izinden giderek, uzayı ve başta Mars olmak üzere farklı gezegenleri görüp bunun kitabını yazanlar olacak dersem herhalde çok da abartmış olmam…

Geçmişten geleceğe tüm gezginlere, kaşiflere ve bu ruhu içinde yaşatanlara selam olsun…

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir