Sivas – Divriği

Yine bir haftasonu düştük yollara. Bu kez rotamız Sivas…

Sivas

Ankara’dan sabah yola çıkıp öğlen saatlerinde Sivas’a varıyoruz. Sivas’ta ilk durağımız Gök Medrese oluyor. Sivas, Orta ve Doğu Anadolu’da Anadolu Selçuklu ve Beylikleri eserlerinin en yoğun görülebileceği şehirlerimizden biri, belki de en önemlisi. Gök Medrese de bu eserlerin en dikkat çekenlerinden biri. Anadolu Selçuklu hükümdarı III.Gıyaseddin Keyhüsrev döneminde 1271 yılında inşa edilen medresinin özellikle mermer taş kapısı eşsiz güzellikte. Taç kapının üzerinde yer alan iki minare de gerçekten görülmeye değer.

Sahibiye Medresesi olarak da bilinen medresenin kapısından içeriyi giriyor ve ferah iç avlusundan 2.katı ve iç mimariyi seyrediyoruz. Şansımıza minarelerin alt kısımları ve kapının yan taraflarında restorasyon var. Buradaki motifleri ve işçiliği daha yakından görmek artık başka zamana kalıyor…

Gök Medrese
Gök Medrese’nin Enfes Taş Kapısı

Gök Medrese’den ayrılıp şehir merkezine doğru ilerlemeye başlıyoruz. Yolumuzun üzerinde ilk olarak Sivas’ın ve Anadolu’nun en eski camilerinde biri Ulu Cami’yi görüyoruz. Danişmentliler döneminde yapılan bu cami, iç ve dış mimarisinin sadeliği ile ayrı bir güzelliğe sahip. Bu dönemde kubbe cami mimarisinde yer almadığı için Ulu Cami’nin de kubbesi bulunmuyor, kolon ayaklarını birbirine bağlayan kemerler ise etkileyici…

Sivas Ulu Cami

Ulu Cami’den şehir merkezine doğru devam ediyoruz. Merkeze doğru geldiğimizde bizi önce Şifaiye Medresesi karşılıyor. Bahçesine geçip dış mimarinin inceliyoruz. Sivas Darüşşifası olarak da bilinen ve 1218 yılında Anadolu Selçuklu Hükümdarı I.İzzeddin Keykavus tarafından yaptırılan bu yapı, zamanında Anadolu’nun en büyük şifahanesiymiş. Sivas’ta gördüğümüz ve göreceğimiz tüm bu eserlerin taç kapıları hepsi ayrı birer şaheser. Kapıdan girmeden önce hemen karşıdaki Çifte Minareli Medrese’den kalanlara odaklanıyoruz.

Çifte Minareli Medrese, İlhanlılar tarafından yine 13.Yüzyıl’da inşa edilmiş ancak günümüze sadece muhteşem taç kapısı ve çifte minaresi ulaşmış. Sivas’ın simgelerinden olan bu yapının en önemli özelliği ise Anadolu’nun en yüksek taç kapısına sahip olması. Kapının eşsiz güzelliğini seyrettikten sonra Şifaiye Medresesi’nin içine giriyoruz.

Şifaiye Medresesi
Çifte Minareli Medrese

Selçuklu Dönemi’nde tıp tahsili verilen ve hastane hüviyetindeki Şifaiye’nin iç avlusu günümüzde hareketli bir merkez konumunda. Avlunun ortasındaki havuzun çevresi güzel kafelerle çevrilmiş. Bunlardan birine oturup kahve keyfi yaparken tarihi yapıyı uzun uzun inceliyoruz.

Şifaiye Medresesi – İç Avlu

Şifaiye’den ayrılıp meydandaki bir diğer tarihi yapı Buruciye Medresesi’ne doğru yürüyoruz. Bu medrese de Anadolu Selçukluları döneminde İran’ın Burucird kasabasından gelme Muzaffer Burucerdi tarafından yaptırılmış. Fizik, kimya, astronomi eğitimi amacıyla yaptırılan medrese uzun yıllar kullanılmış. Yine taç kapısı eşsiz güzellikte olan bu medreseyi de hızla geziyoruz. Burası da çay veya kahve molası verip tarihi dokuyu içinize çekebileceğiniz bir atmosfere sahip…

Gezdiğimiz ve gördüğümüz tüm bu ihtişamlı yapılar Sivas’ın Selçuklu döneminde ne kadar önemli bir yere sahip olduğunu bir kez daha anlamamızı sağlıyor.

Buruciye Medresesi

Meydanda bir de Osmanlı dönemi eseri olan Kale Camii bulunuyor. 16.Yüzyıl’da yaptırılan bu cami meydandaki diğer yapıları tamamlıyor. Meydanın karşısında ise tüm bu tarihi yapıların en genci, cumhuriyet tarihimizin simgelerinden biri duruyor: Sivas Kongresi Binası. Hız kesmeden karşıya geçiyoruz.

Sivas Kongresi Binası – Erkek Lisesi

Zamanında Erkek Lisesi olan bina bizi “Cumhuriyetin temellerini burada attık” sözüyle karşılıyor ve ruh halimiz daha girişten değişiyor. Bu tarihi binada kongrenin yapıldığı salonu, o zamanların milli mücadele havasını, Atatürk’ün mütevazi yatağını, Anadolu ile nasıl iletişim sağlandığını ve daha nicelerini görüp Kuva-yı Milliye ruhunu buram buram iliklerimizde hissediyoruz. Binanın mimarisi de oldukça güzel ayrıca belirtmek lazım…

Sivas Kongresi Binası Müzesi’nden…

Sivas Kongre Binası’ndan ayrıldığımızda kent meydanında yürümeye devam ediyoruz. Valilik binasının yan tarafındaki kentin en işlek caddesi ve merkezi olan Atatürk Caddesi’ne geçiyoruz. Sağlı-sollu dükkanlar, mağazalar arasında yürüyüp yemek için “Lezzetçi“ye geçiyoruz. Genel olarak restoranttan oldukça memnun kaldığımızı söyleyebilirim, tavsiye ederim.

Divriği

Sabah kalkınca Divriği’ye doğru yola koyuluyoruz. Yaklaşık 2 saatlik bir yolculuk sonrası Divriği’ye ulaşıyoruz. Gelir gelmez de buraya gelmemizin başlıca nedeni Divriği Ulu Camii’nin yolunu tutuyoruz.

Divriği

Anadolu Selçuklulara bağlı Türk Beylikleri’nden Mengücek Beyliği döneminde yaptırılan bu yapı aslında bir külliye. Camiyle beraber darüşşifa ve türbe de bulunan bu eşsiz yapı yaklaşık 800 yaşında… Tabi böyle bir yapının ayakta kalması için restorasyon ve bakım gerekiyor, biz de 2017’den beri devam eden restorasyon çalışmasına denk gelmiş oluyoruz (çalışmanın 2023’te bitirilmesinin planlandığını da hatırlatayım).

Darüşşifa Taç Kapı

1985’ten bu yana UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan Divriği Ulu Camii’nin mimarisi, taş işçiliği ve birbirini tekrar etmeyen on binlerce motifi gerçekten muhteşem…

Restorasyon nedeniyle sadece dış yapıyı ve eşsiz kapıları görme şansımız oluyor. Önce Darüşşifa Taç Kapı’yı görüyor ve inceliyoruz. Selçuklu’nun simgesi beşgen ve sekizgen yıldız motifler ve pencereyi ortadan ikiye ayıran denge sütunu görülecekler arasında…

Divriği Ulu Camii – Batı Kapı

İlerlediğimizde Batı Kapı’nın önüne geliyoruz. Kapının üzerindeki tasavvufta Allah’ı temsil eden lale motifleri dikkatimizi çekiyor. Daha dikkat çekici olansa (restorasyon nedeniyle gölgelerden tam olarak anlaşılmasa da), kapının üzerine vuran namaz kılan, kıyamda duran insan silüeti oluyor…

Divriği Ulu Camii – Cennet Kapı
Cennet Kapının Muhteşem İşlemeleri

Son olarak kuzey taraftaki, kaleye bakan Cennet Kapı’ya ilerliyoruz ve bir kez daha büyüleniyoruz. Yapının en etkileyici kapısı olan Cennet Kapı üzerindeki motifler Kuran-ı Kerim’de cenneti temsil eden tasvirlerle donatılmış ve adını bundan alıyor. Üzerindeki hayat ağacı motifleriyle, kitabeleriyle, cennet tasvirleriyle gerçekten eşsiz bir yapı…

Her ne kadar gördüklerimizin güzelliği bize yetse de, caminin ve darüşşifanın iç mimarisini görememek içimizi burkuyor. Restorasyon bitince bir daha kesin gelmeliyiz diye düşünerek camiden ayrılıyoruz.

Ulu Cami’den Divriği Kalesi

Camiden bakınca kuzeyde Divriği Kalesi gözümüze çarpıyor. Yine Mengücek Beyliği dönemine ait bu kale Türklerin Anadolu’daki ilk kalesi olma özelliğini taşıyor.

Daha sonra Divriği’nin merkezine doğru iniyoruz. İlerlerken Selçuklu dönemine ait kümbetleri de görüyoruz. İlçenin şirin meydanını ve meydandaki bilgilendirici kültür alanını hızlıca geziyoruz. Gezimiz sırasında bir kermese denk geliyor, yöresel yemeklerin tadına bakıyoruz. Daha sonra bu tarihle dolu ilçeden ayrılarak önce Sivas’a sonra da Ankara’ya doğru yola koyuluyoruz…

Gezi Tarihi: Temmuz 2019

You may also like...

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir