İki Günde Nemrut – Gaziantep
Gönül istiyor ki her yeri uzun uzun gezebilelim, doyasıya sindire sindire… Ama hayat her zaman bu fırsatı sunmuyor. Zaman kısıtlı olunca belirlediğimiz öncelikler üzerinden kısa zamanda en verimli rotayı belirleyebilmek ayrı bir maharet istiyor. Biz de 2 günde Nemrut ve Gaziantep rotasında kilit yerleri içine alan bir rota yaptık ve çok keyif aldık…
Nemrut
Adıyaman’ın Kahta ilçesinden Nemrut Dağı Milli Parkı’na ulaşıyor ve girişteki servislerle dağın zirvesine çıkıyoruz. Aslında Nemrut’a gün doğumunda veya gün batımında çıkmalı. Çünkü Nemrut’ta doğu ve batıya bakan iki ayrı grup heykel var. Biz de gün batımına yakın bir zamanda oradayız ama şansımıza hava kapalı. Üstüne üstlük Nemrut’ta kar var 🙂 Öyle ki batı tarafa bakan heykel grubuna giden yol kar ve buz nedeniyle tehlike içerdiğinden kapalı durumda. Dolayısıyla tek seçeneğimiz var ve doğuya bakan heykel grubunu görmek için zorlu yürüyüşe başlıyoruz. Heykellerin olduğu kısa geçiş, ince yolun üzeri kar ve buzdan kayganlaştığı için biraz adrenalin dolu oluyor 🙂 (Her ne kadar Mayıs ayı başında Nemrut’a geldiysek de bu coğrafyaya kış sonrası değilde yaz sonrası Sonbahar aylarında gelmek daha iyi bir seçenek olacaktır, adrenalin seviyorum diyorsanız o ayrı:)).


Karın ve buzun heyecan kattığı geçişi yavaşça tamamlayıp sonunda tanrı heykellerinin olduğu kısma ulaşıyoruz ve karşımızda muhteşem manzaralar var… Kommagene uygarlığının kralı Antiochos’a ait tümülüs ve tanrı heykelleri anlatılmaz güzellikte. Yüzlerce yıllık bu yapılara yakından şahit olurken tüylerimiz diken diken oluyor. Bunda soğunun etkisi de hiç yok değil hani 🙂
Gün doğumunu yakalayamasak da karşımızda yine çok etkileyici manzaralar var. Ankar Dağları’nın bir parçası olan Nemrut volkanik bir dağ. Bu durumun sonucu olarak çok farklı bir coğrafya var karşımızda, ve yine karlar altında…

Bu kutsal alan kurulurken doğuya ve batıya karşı konumlandırılması boşuna değil, yüzlerce yıl önce yaşayan bu medeniyetin doğayla ve mühendislikle ilgili çok şey bildiği kesin… 2000 metre yükseklikteki böyle bir coğrafyada böyle heykelleri konumlandırabilmelerini anlamak gerçekten çok zor, ancak saygı duyulur…
Arsemia
Nemrut’a yakın bir pansiyonda konakladıktan sonra ertesi sabah Nemrut yakınlarında uğranılmadan geçilmeyecek yerler var. Bunlardan ilki, Kommagene uygarlığına başkentlik de yapmış bir antik kent olan Arsemia. Bu antik kent coğrafi konumuyla “kale” olarak da anılıyor.

Ören yeri girişi bulunmayan antik kente yürüyerek bir patikadan giriş yapıyoruz ve yukarıya doğru yürüyüşe başlıyoruz. Önce çok güzel bir taş kabartma heykel karşımıza çıkıyor. I.Antiochus’un Herkül ile tokalaşırken tasvir edildiği bu heykel, kralın gücünü simgeleyen unsurları barındırıyor.

Arsemia’da görülecekler arasında savunma ve dini ritiüller için yapılmış tüneller, kabartma heykeller, Kommagene Kralı I.Antiochus’un babası I.Mithridates’e ait anıt mezar bulunuyor. Mezarın üzerinde bulunan kitabe, Anadolu’da yer alan en büyük Grekçe kitabeymiş belirtmekte fayda var.

Arazi biraz zorlayıcı da olsa bütün bunları görüp gezmek çok fazla zamanımızı almıyor, yarım saat, 45 dakikada pişman olmayacağınız hızlı ve keyifli bir gezi yapabilirsiniz.
Cendere Köprüsü
Arsemia’dan hemen yakınlardaki Cendere Köprüsü’ne doğru yol alıyoruz. Antik Roma döneminde MS 3.Yüzyıl’ın başlarına ait bu köprü, sarp bir kanyondan çıkıp gelen Cendere Çayı’nın iki yakasını birbirine bağlıyor. Yaklaşık 30 metre yüksekliğinde ve 120 metre uzunluğunda olan köprü, kesme taşlardan hiç harç kullanılmadan yapılmış.

Ortasına doğru yükselen eğimi ve her iki tarafta yer alan sütunları ile etkileyici köprünün, yüksekliği de hatırı sayılır boyutta. Yukarıdan dereye baktığımızda bunu net şekilde anlıyoruz 🙂 Sütunlar üzerindeki yazıtlarda köprünün inşa edildiği dönemin Roma İmparatoru’na ait ithaflar da bulunuyor.

Gaziantep
Tarihi köprüyü, kanyonu ve dereyi seyretmenin tadına vardıktan sonra Cendere’den Gaziantep’e doğru yola çıkıyor, 3 saatte şehir merkezine varıyoruz. Önce gastronomi diyor soluğu Kebapçı Halil Usta‘da alıyoruz. Ne yeseniz pişman olmayacaksınız muhtemelen ama buranın spesiyalitesi küşleme, tadmadan geçmeyin derim…
Kebapçıdaki ziyafet sonrası buraya çok yakın mesafedeki Zeugma Mozaik Müzesi‘ne geçiyoruz. Müzeye geldiğimizde binanın mimarisi bile ne çok şey vadettiğinin bir göstergesi aslında, içerisi gerçekten bir hazine barındırıyor…

Büyük İskender’in komutanları tarafından Gaziantep’in ilçesi Nizip’te Dicle Nehir kıyısına kurulan Zeugma’nın kelime anlamı “köprü başı” olarak biliniyor. Kommagene uygarlığının en büyük kentlerinden biri olan Zeugma, Sasaniler tarafından yıkılana kadar doğu-batı uygarlıklarının kesişim noktası olma özelliğini sürdürmüş. Zeugma Antik Kenti’nden çıkan eserlerin çok büyük kısmını bu müzede görmek mümkün olsa da kenti yerinde ziyaret etmek ayrı bir keyif olacaktır, buna eminim.

Müzede başta “Çingene Kızı” mozaiği olmak üzere muhteşem mozaik örneklerinin yanı sıra, Roma dönemine ait heykel ve sütunlar ile Süryani ve Hristiyan İkonografisi’ne ait güzel örnekler görüyoruz. “Savaş Tanrısı Ares” bronz heykeli müzenin eşsiz güzellikteki eserlerinden biri…

Eşi benzerini çok fazla görme şansı bulamayacağımız mozaiklerin güzelliğinden çok etkileniyoruz. Ancak başta Çingene Kızı mozaiği olmak üzere birçok mozaikteki parçaların kayıp veya çalınmış olduğunu görüp öğrenmek de canımızı sıkıyor. Keşke bu topraklara ait kültürel mirasa daha iyi sahip çıkabilsek diye hayıflanıyoruz. Umuyorum bu kayıp, çalıntı parçalar bir an önce bulunup bu eşsiz eserler eksiksiz hale getirilir…

Müzede geçirdiğimiz 2-2,5 saat sonrası (ki bence daha fazla vakit ayrılmayı kesinlikle hak ediyor) Gaziantep’in diğer bir simgesi Bakırcılar Çarşısı‘na doğru yola koyuluyoruz. Şehrin tarihi merkezinde yer alan bu çarşının 19.Yüzyıl’da inşa edildiği düşünülüyor. Artık kava kararmış durumda olsa da ahşap kaplamalı dükkanların ve taş döşeme sokakların güzelliği ve otantikliğini fark etmemek mümkün değil. Yıllardır yaşatılan bu zanaata ve bunu yaşatan zanaatkarlarımıza gerçekten çok saygı duyuyorum…

Çarşıyı turladıktan sonra Gaziantep’e geliş sebeplerimizden biri olan kebap ve baklava ziyafeti için hemen yakınlardaki İmam Çağdaş‘ta alıyoruz soluğu. Gaziantep’te belki benzer lezzeti birçok yerel restorantta bulmak mümkün olabilir ama burada yediğimiz kebap ve baklavaların tadı hala damağımda, belirtmeden geçemeyeceğim 🙂
Bu ziyafet sonrası 2 günlük hızlı gezimizin sonuna geliyoruz, artık dönüş yolundayız. Bu bölgeye gelmek başka bir dünyaya gelmek gibi hissettiriyor, yine ve yeniden mutlaka geleceğiz…
Gezi Tarihi: Mayıs 2019
Kitap Önerisi: Patasana – Ahmet Ümit





















































































Son yorumlar