Rodos
On İki Adalar’ın en büyüğü olan Rodos Adası, aynı zamanda Yunanistan’ın da en büyük 4.adası (sırasıyla Girit, Eğriboz, Midilli ve Rodos). Rodos’a Türkiye’den gitmenin en kolay yolu Fethiye veya Marmaris’ten kalkan feribotlarla geçmek diyebilirim. Bir farklı seçenek olarak da; Kos, Simi gibi yakın diğer Yunan Adaları’na geçip onlardan feribotla Rodos’a geçmek tercih edilebilir. Biz önce Kos’a geçip sonra Rodos’a geçmeyi tercih ettik. Biletler online olarak kolayca alınabiliyor. (Bkz: online bilet)

Kos’tan Simi’ye uğrayıp Datça kıyıları ve Bozburun Yarımadası’nın muhteşem manzaraları eşliğinde yaptığımız keyifli yolculuk sonrası Rodos’a ulaşıyoruz. İlk Elli Beach ve arkasındaki otelleri görüyoruz. Daha sonra Rodos Kalesi tüm ihtişamı ve korunmuşluğuyla karşımıza çıkıyor. Rodos, daha ilk gördüklerimizle bizi çok etkilemeyi başarıyor, adayı keşfetmek için sabırsızlanıyoruz…
Şehrin en doğu kısmında bulunan Turist Limanı büyük tur gemilerinin yolcularını indirdiği yer. Feribottan inip Rodos eski şehirdeki (Old Town) otelimize doğru yürüyoruz. Adayı keşfetmeye de Old Town’dan başlayacağız…
Old Town
Rodos’un merkezinde tarihi dokunun çok güzel şekilde korunduğunu söylemeliyim. Oldukça etkileyici “Old Town”da her sokakta keşfedilecek bir şey bulabilirsiniz. Karış karış gezmek deyimini Rodos’un tarihi merkezinde tam olarak yaşatabilir ve bu kavramın hakkını verebilirsiniz 🙂
Büyük Ustaların Sarayı
Büyük Ustaların Sarayı, kanımca Rodos’un tarihi merkezini gezmeye başlamak için en uygun yer . İsminin çekiciliği ve özgünlüğü ile beraber merakımızın giderek arttığı sarayı karşımızda görünce oldukça etkileniyoruz. Büyük Ustaların Sarayı, gotik mimarisiyle hiç tartışmasız gördüğümüz en ihtişamlı ve en iyi korunmuş kalelerden biri.
Unesco Dünya Miras Listesi’nde yer alan bu yapı, aslen 7.yüzyılda Bizanslılar tarafından kale olarak inşa edilmiş. 14.yüzyılda Rodos Şövalyeleri’nin yerleşmesi sonucu kale, şövalyelerin “büyük ustasına” ithafen saraya dönüştürülmüş ve halen bu isimle anılıyor.

1522 yılında Rodos’un Osmanlılar tarafından fethi sonrası saray ve kale aktif olarak kullanılmaya devam etmiş. I.Dünya Savaşı sonrası İtalyan hakimiyetine geçen yapı, o dönemde restore de edilmiş. Oniki Adalar’ın 1948’te Yunanistan’a devredilmesi sonrası da müzeye çevrilmiş.

Sarayın iç avlusundan gezmeye başlıyoruz. İç avluda yer alan heykelleri ve çeşitli açılardan sarayın mimarisini inceliyoruz. Sarayın içine girdiğimizde yüksek merdivenli giriş ve duvarda dev bir tablo karşılıyor bizi. Sarayın salonlarında etkileyici eserler, tablolar, heykeller ve adanın çeşitli bölgelerindeki antik şehirlerinden getirilmiş mozaikler mevcut. Özellikle salonların zeminlerinde sergilenen mozaiklere baka baka doyamıyoruz…



Müzede şövalyeler dönemine ait zırhlar, çeşitli silahlar, kıyafetler ve eşyalar da sergileniyor. Bunlarla beraber şövalyeler döneminin yansıtıldığı toplantı salonları ve döneme ait ahşap koltuklar, geçmişi zihnimizde canlandırmaya yardımcı oluyor. Yaklaşık 2 saatte bu sade ama çok güzel sarayı doyurucu bir şekilde geziyoruz. Sırada Şövalyeler Sokağı var 🙂
(Meraklıları için sarayın girişinden kombine bilet alıp Şövalyeler Sokağı’nın girişindeki Dekoratif Sanatlar Koleksiyonu‘nu ziyaret etmek de mümkün. Bu müzede adanın geleneksel kıyafetleri, antika mobilyaları, seramik tabak ve çeşitli ahşap eserleri görme şansı bulabilirsiniz.)

Şövalyeler Sokağı
Rodos tarihi merkezin ikonik ziyaret alanlarından bir diğeri saraydan çıkınca hemen karşımızda beliriyor. Burası adanın tarihi olaylarının en büyük şahitlerinden biri; Şövalyeler Sokağı…

Bu sokaktaki tarihi taş yapılar 15.veya 16.yüzyılda yapılmış. Yaklaşık 600 metre uzunluğundaki Şövalyeler Sokağı tarih boyunca diğer devletlerden gelip “Rodos’un büyük ustası” emri altına giren şövalyelerin localarına ev sahipliği yapmış. Bu nedenle de diplomatik olarak çok önemli bir yere sahip. Sokak boyunca yürürken hangi locanın hangi devlete ait olduğunu görerek ilerliyoruz. Bir yanda Fransa, bir yanda İspanya, bir yanda İtalya ve işte Almanya ve İngiltere…

Şövalyeler Sokağı’nda heykeller, mimari detaylar, tarihi yazıtlar gibi dikkatle incelemeyi hak eden birçok sanat eseri bulunuyor. Dolayısıyla bu sokağı öylece yürüyüp geçmemek gerek, her köşede taş işçiliğinin etkileyici unsurlarını görebilmek için sindire sindire ilerlemenizi tavsiye ediyorum.

Kanuni Sultan Süleyman Camii ve Saat Kulesi
Adada 400 yıllık Osmanlı hakimiyetinin bir sonucu olarak Türk izlerini görmek fazlasıyla mümkün. Bunlardan en önemlileri yan yana konumlanmış durumda. Büyük Ustaların Sarayı’nın giriş kapısından karşıya doğru devam ettiğimizde kırmızı boyalı orjinal rengiyle Kanuni Sultan Süleyman Camii (Süleymaniye Camii) karşımıza çıkıyor. Kanuni döneminde adanın fethi sonrası yaptırılan yaklaşık 500 yıllık bu camii, günümüze kadar defalarca kez restorasyon görmüş. Adada yer alan birçok camiye göre iyi durumda olsa da caminin içini görmek mümkün olmuyor, çünkü ancak özel günlerde ibadete açılıyor.

Caminin hemen karşısında bir diğer Türk yapısı Hafız Ahmet Ağa Kütüphanesi gözümüze çarpıyor. Rodoslu zengin bir aileden gelen Hafız Ahmet Ağa, 18.yüzyılın Osmanlısı’nda çeşitli rütbelere kadar yükselmiş bir devlet adamıymış. Ait olduğu toprakların gelişimine katkı sağlamak için Rodos’a bir kütüphane açmış, öyle ki bu kütüphanede bütün bilim alanlarına ait kitaplar bulunuyormuş. Döneminde yaklaşık 2000 el yazması ve kitap bulunan kütüphane koleksiyonunun çok büyük kısmı günümüze kadar korunarak ulaşmış. Kütüphaneyi ziyaret ettiğinizde orjinal el yazmalarını, 1522 Osmanlı-Rodos Kuşatması’na ait gravürleri ve kubbe şeklinde tavan mimarisini inceleyebilirsiniz.

Aynı bölgedeki bir diğer Osmanlı dönemi yapısı Rodos Saat Kulesi (Fethi Paşa Saat Kulesi), 1852 yılında Sultan Abdulmecid döneminde Ahmet Fehi Paşa tarafından yaptırılmış. Anadolu’daki şehir merkezlerinde benzerlerini görebileceğiniz saat kulesi, gözetleme amaçlı kullanılmış. Günümüzde de benzer bir amaca hizmet ettiğini söylemek mümkün, kulenin terasından adanın etkileyeci manzarasını seyredebilirsiniz 🙂

Arkeoloji Müzesi
Şövalyeler Sokağı’ndan aşağı doğru indiğimizde, sağ tarafta Arkeoloji Müzesi‘ne ulaşıyoruz. Müze, Old Town’un en önemli yapılarından biri ve 15.yüzyılda Şövalye Hastanesi olarak yaptırılan binanın dönüşümü ile kurulmuş.

Müzenin kapısından içeri girince kendimizi geniş bir iç avluda buluyoruz. İki katlı yapının taş mimarisi, kemerler ve işçilik oldukça göz alıcı. Antik döneme ait çok sayıda heykel, sütun ve üst üst dizilmiş taş gülleler avluda görülecekler arasında.

Merdivenlerden yukarıya çıkıp iç avluyu yukarıdan seyrediyoruz. Daha sonra etkileyici lahitler, heykeller ve mozaiklerle dolu salonları geziyoruz. İç salonların dışında müzenin bir de dış terası bulunuyor ki müzenin en güzel kısımlarından biri. İki saatte hakkıyla gezebileceğiniz Arkeoloji Müzesi’ni mutlaka ziyaret edin derim.


Our Lady of the Castle
Arkeoloji Müzesi’nin hemen karşısında yer alan Our Lady of the Castle Kilisesi; Rodos’un tarihi merkezinde Büyük Ustaların Sarayı, Arkeoloji Müzesi ve Dekoratif Sanatlar Koleksiyonu ile beraber kombine bilet alarak gezebileceğiniz bir diğer yapı.

Geçmişi 11.yüzyıla kadar uzanan bu tarihi Ortodoks kilisesi, Bizans döneminde inşa edilmiş. Osmanlı fethi sonrası kilise camiye çevrilse de orjinal mimarisine dokunulmamış, sadece çan kulesi minareye çevrilmiş. Günümüzde tekrar kiliseye çevrilen yapının mimarisi ile içindeki resim ve süslemeler görülmeye değer. Kilisenin içini gezdikten sonra bahçesine çıkmayı atlamayın. Bahçede, kilisenin mimari unsurlarını farklı açılardan izleme fırsatının yanı sıra rengarenk çiçeklerin oluşturduğu görsel bir şölen sizi bekliyor…


Old Town’da
Rodos Old Town öyle bir yer ki her sokakta her köşede ayrı bir güzellik saklı. Yukarıda saydığım temel yapıların dışında görülecek, keşfedilecek o kadar çok ayrıntı var ki saymakla bitmiyor…

Şehrin en önemli iki sokağının (Sokrates ve Aristoteles) kesiştiği alanda yer alan Hipokrat Meydanı, eski şehrin de merkezi konumunda. Dolayısıyla tüm yollar bu meydana çıkacak ve eski şehri gezerken muhtemelen birkaç kere bu meydandan geçeceksiniz. Ortasında küçük bir havuz-çeşme bulunan bu meydanda birçok restorant var, en azından bir öğünü buradaki mekanlardan birinde yiyip meydanın hareketliliğini izleyebilirsiniz. Meydan ve civarındaki sokakları gezerken otantik ürünlerle dolu bolca dükkan görecek, birçok tarihi yapıyla karşılacaksınız. Özellikle kale surları ve kapılarına dikkat etmenizi tavsiye ederim…

Hipokrat Meydanı’ndan doğu yönünde, Aristoteles Sokağı üzerinde ilerlediğimizde eski şehrin bir diğer önemli meydanı Evreon Martyron’a (Jewish Martyrs Square) ulaşıyoruz. Bu meydanda bulunan küçük parktaki kadim ağaçların gölgesinde soluklanıyor ve meydanın keyfini çıkarıyoruz. Hipokrat Meydanı’nda olduğu gibi bu meydanın ortasında da bir çeşme var; ikonik Deniz Atı çeşmesi ki meydan bu adla da anılabiliyor.
Geçmiş dönemlerden beri adanın Musevi toplumunun yaşadığı bölgede yer alan bu meydana, II.Dünya Savaşı’nda yaşanan Yahudi Soykırımı anısına siyah mermer bir anıt dikilmiş. Ayrıca meydanın arka sokaklarında Kahal Shalom Sinagogu ve Rodos Yahudi Müzesi (Jewish Museum of Rhodes) görülebilir.

Aristoteles Sokağı’nın sonu eski kentin en güzel köşelerinden biri. Gece aydınlatması ile beraber daha da güzelleşen Chivalrous Guesthouse of St. Catherine ve St.Catherine Kilisesi kalıntları, Helenistik Çağa ait sur duvarları, kentin en işlek kapılarından Panayia Kapısı (Virgin Mary Gate) ve Saint Ekaterini Kapısı bu bölgede görülecekler arasında. Panayia Kapısı’ndan çıkınca surları dışarıdan izleyip kentin bozulmadan kalan tarihi yapısının tadına varmak için bire bir. Az ileride bulunan Yunus Heykeli de adanın simgelerinden biri olmuş, yanına kadar gitmeyi ihmal etmiyoruz 🙂

Surların içine dönüp eski şehri sokak sokak, karış karış keşfetmeye devam… Otantik sokaklarda şirin dükkanlar, yüzyıllar öncesinde hissettiren dar sokaklar, dehlizvari geçitler, tavernalar, restorantlar, oyuncu kediler ve tabi ki güzel insanlar arasında bitmek istemeyeceğimiz bir gezinti bu. Her defasında başka bir güzelliğe açılan saklı bir hazine gibi bu sokaklar…



Old Town’un labirent gibi sokaklar eninde sonunda bizi Sokrates Sokağı’na çıkarıyor. Bu sokak yukarıda Sultan Süleyman Camisi’nden başlıyor aşağıda Aristoteles Sokağı ile birleşerek Hipokrat Meydanı’nda son buluyor. Her daim belirli bir kalabalığın bulunduğu bu sokaktan da birden fazla kez geçeceğinizden emin olabilirsiniz 🙂 Zaten üzerindeki kafe veya restorantlarda bir şeyler yiyip içecek, sağlı sollu dükkanlardan alışveriş yapacak ve sokakta bir aşağı bir yukarı yürümekten gocunmayacaksınız 🙂

Rodos Old Town’da gezerken birçok Türk eseri ve izine de rastlıyoruz. Yukarıda en önemlilerinden bahsetmiştim. Bunlar dışında Sokrates Sokağı üzerinde Mehmet Ağa Camii (ki bu camiyi yıkmamak için sokağın planında değişiklik yapılmış, diğer yapılardan birkaç metre içeriye girmiş), Hipoktat Meydanı’na komşu Sindrivan Camii, yine meydana yakın merkezi konumuyla ünlü sadrazam İbrahim Paşa Camii, daha içerlerdeki Hamza Bey ve Recep Paşa Camileri ile sarı renkli dış cephesi ile Sultan Mustafa Camii diğer Osmanlı dönemi yapıları. Bu camilere yakın konumda hamam ve çeşmeler de bulunuyor. Maalesef yapıların çoğu iyi durumda değil, bunların arasında en iyi korunmuş yapının İbrahim Paşa Camii olduğunu söyleyebilirim.

Rodos gerçekten çok katmanlı ve kültürlü bir yapıyı barındırıyor. Şövalyeler dönemi, Osmanlı dönemi, Musevilere ait yapıların yanı sıra Bizans dönemine ait de birçok tarihi eser bulunuyor. Hipokrat Meydanı’nın yukarısında, daha içeri kısımda Bizans dönemi surları kalıntılarının bulunduğu kısım, Old Town’un kesinlikle en etkileyici kısımlarından biri. Biz kaldığımız otelin de konumu nedeniyle sıklıkla bu bölgeden geçtik ki, özellikle gün batımında geçtiğimizde tanık olduğumuz manzara nefes kesiciydi…

Eski şehirden limana ve yeni şehire doğru yol aldığımızda Rodos Surları’nın ihtişamına bir kez daha tanık oluyoruz. Surların eski şehire açılan sayısız kapısı bulunuyor ki bunlardan en gösterişlilerinden ikisi bu kısımda bulunuyor; Özgürlük (Liberty) Kapısı ve St.Paul Kapısı. Özgürlük Kapısı’na yakın konumuyla Afrodit Tapınağı (Temple of Aphrodite) kalıntıları ve sur içi bahçeler gezilip görülecekler arasında.

New Town & Liman ve Çevresi
Old Town’dan dışarılara açılma zamanı. İlk yapılacaklar arasında da limana doğru gitmek var. Limana doğru yürümeye başladığımızda caddenin karşısında kubbeli süslü bir kapı görüyoruz. Bu güzel yapı limanı Old Town’a bağlayan bir kapı. Kapının mimarisi biraz Osmanlı, biraz Arap, biraz Yunan motifleri barındırıyor. Şehrin orjinal yapılarına pek benzemiyor.

Mandraki Limanı, dünyanın en eski limanlarında biri ve ünü zamanında Antik Dünya’nın 7 harikasından birini, “Rodos Heykel”ini barındırmasına dayanıyor. Büyük Rodos Heykeli MÖ 282 yılında 12 yıllık bir çalışma sonrasında tamamlanmış. Bu ihtişamlı heykel 32 metre yüksekliğinde ve komple tunçtan yapılmış. Ancak kısa bir süre, sadece 60 yıl kadar ayakta kalmış ve bölgede gerçekleşen bir deprem sonrası yıkılmış. Zamanında bu limanda donanma konuşlanırmış, günümüzdeyse adanın çeşitli bölgelerine turlar düzenleyen yatlara ev sahipliği yapıyor.

Liman oldukça geniş ve limanın şehrin karşı tarafının çevreleyen kısmında yel değirmenleri bulunuyor. Bu değirmenler bölgede eskiden bulunan değirmenlerin günümüze adapte edilmiş birer kopyası. Değirmenleri geçip limanın en uç kısmına geldiğinizde St.Nicholas Kalesi‘ne ulaşacaksınız. Yaklaşık 550 yıllık bir geçmişe sahip bu kale limanı korumak için inşa edilmiş.

Şehir tarafında iskele boyu ilerleyince Mandraki Meydanı‘na geliyoruz. Bu meydanda adanın en önemli dini yapılarından Evangelismos Kilisesi bulunuyor. Adanın tarihi yapısı düşünüldüğünde yeni sayılabilecek olan bu kilise, (1925 yılında inşa edilmiş) tarihi dokuya uyumlu yapısı ile dikkat çekiyor ve hiç sırıtmıyor. Biz de ülke olarak bu konularda başarılı olabilsek diye hayıflanmadan edemiyor insan…

Kiliseden ilerleyince zamanında Rodos Heykeli’nin yapıldığı yer olduğu varsayılan liman girişine ulaşıyoruz. Heykelin günümüzdeki görselleri, gemilerin limana girerken heykelin bacaklarının arasından geçerek limana girdiğini gösterse de dönemin teknolojisiyle böyle bir durumun mümkün olamayacağı düşünülüyor. Yani bu konu tartışmalı ama ne olursa olsun öyle olduğunu hayal etmek her türlü daha güzel 🙂 Rodos Heykeli’nin ayaklarının bulunduğu yerde iki sütun üzerinde iki geyik heykeli bulunuyor, “Elefos” ile “Elafina”yı selamlamadan geçmeyin…

Tekrar kiliseye Mandraki Meydanı’na dönüyoruz. Kilise dışında meydanın yakınlarında modern şehrin önemli yapıları Belediye Binası, İtalyan Sarayı ve Ulusal Tiyatro Binası bulunuyor. Meydanın biraz ilerisinde adadaki bir diğer Osmanlı dönemi yapısı Murat Reis Camii karşımıza çıkıyor. Caminin bahçesinde eski Osmanlı mezarları da görülebiliyor.

Elli Beach & Rodos Akvaryumu
Limanın ilerisinde adanın en kuzey doğu ucunda yer alan Elli Beach, merkezdeki en popüler plaj. Gayet temiz ve güzel bir plaj olan Elli’nin en büyük dezavantajı biraz kalabalık olması. Her şeye rağmen bu plajda en az bir kere denize girmelisiniz.

Elli’nin hemen arkasında adanın bir diğer popüler ziyaret mekanlarından biri olan Rodos Akvaryumu yer alıyor. Dışarıdan bakınca çok küçük görünen Akvaryum, yeraltı mağarası biçiminde tasarlandığı için bu görünüm aldatıcı. Yani asıl yapı dışarıdan görülmeyen zemin altında yer alan kısma yapılmış.

Akvaryum içerisinde Akdeniz’de yaşayan ıstakoz, vatoz, müren, aslan balığı, yengeç, ahtapot, deniz yıldızı ve birçok ilginç balık türü görülebiliyor. Küçük ama meraklısı için ilginç ve zengin Rodos Akvaryumu bir saat gibi bir sürede gezilebiliyor. Özellikle yazın kavurucu sıcak saatlerinden uzaklaşıp yapılabilecek güzel bir aktivite, tavsiye ederim.


Elli Beach’in popüler mekanlarından biri de Casino Rodos. Adaların kendine has özgürlüğünün, merkezden uzak olmanın getirdiği bir durum mudur bilemiyorum ama Kıbrıs’ta olduğu gibi Rodos’ta da kumar önemli bir çekim merkezi. Sabahın erken saatlerinden itibaren ziyaretçilerini kendine çeken Casino Rodos her kumarhane gibi geceleri apayrı bir havaya bürünüyor.

Lindos
Adaya geldiyseniz Rodos merkezin dışında yer alan güzellikeri de görmek için mutlaka plan yapmalısınız. Ada merkezi için 2 gün yeterli oluyor, diğer kısımlarsa ne kadar detay gezip görmek istediğinize bağlı olarak size kalmış. Minimum süre içinse 2 gün diyebilirim.
Merkez dışındaki yerleşimlere gitmek için en iyi yol araba kiralamak. Bunu asla son güne bırakmayın, tatil planınızı yaptığınızda araba kiralama rezervasyonunu da bir an önce halledin. Yoğun dönemde gidiyorsanız araba bulmak gerçekten büyük bir dert oluyor.

Biz ada dışındaki yerleri gezmeye, adada ineceğimiz en güneyde kalan kasaba olan Lindos‘tan başladık. Lindos, adanın en güzel plajlarından ikisine ve eşsiz bir antik kente sahip çok güzel bir kasaba. Rodos merkezin 40 km güneyinde yer alan Lindos’a yaklaşık 1 saatte ulaşıyoruz. Lindos’ta arabayı kasaba dışında yer alan otoparklara bırakmak zorundasınız, kasaba merkezine araçla girilmiyor. Aracı park ettikten sonra bir süre Lindos’un eşsiz manzarasını izliyoruz; kasabanın beyaz evleri, sarp kayaların üzerideki antik kent, yamacındaki antik tiyatro ve işte Akdeniz…

Lindos’un sokakları kaybolmak isteyeceğiniz güzellikteki bir labirent gibi. Taştan sokaklar, beyaz duvarlar, süslü kapılar arasında büyülü bir yolculuk bu. Sokakların tadını çıkartarak ilerliyor ve antik kentin girişine giden merdivenlerden yukarı doğru çıkıyoruz. Yol üzerinde kasabanın tarihi Panagia Kilisesi‘ni de görmeyi ihmal etmiyoruz. Bir müddet sonra Lindos’un muhteşem koyu turkuaz mavisi rengiyle görüş açımıza giriyor, koyu yukarıdan izlemeye doyamıyoruz…

Bu güzel koyun sularına kendimizi atmak için sabırsızlansak da, bu isteği bir süre erteliyoruz. Çünkü aklımız tüm güzellğiyle bizi çağıran Lindos Antik Kenti‘nde…

Lindos’un geçmişi MÖ 10.yüzyıla kadar gidiyor. Kentin ilk olarak bu dönemde Dorlar tarafından kurulduğu düşünülüyor. Kurulduğu dönemde adanın en önemli yerleşimi olan Lindos, yaklaşık 5 yüzyıl sonra Rodos merkezinin kurulmasıyla önemini giderek yitirmiş.
Lindos daha sonra sırasıyla Helen İmparatorluğu, Yunan, Roma, Bizans, Rodos Şövalyeleri ve Osmanlılar’ın hakimiyeti altına girmiş ve antik kentte de bu uygarlıklardan izler bulunuyor.

Kilise ve tapınak yıkıntıları son dönemde yapılan çalışmalarla tekrar ayaklandırılmaya başlanmış. Özellikle en yukarıda bulunan tapınakların görüntüsü oldukça etkileyici. Tabii Türkiye’nin batı kıyılarında da görmeye alışık olduğumuz bu antik izlerin hiç yabancısı değiliz. Lindos’ta karşı kıyılardaki kardeş şehirler Knidos ve Assos’u hatırlamamak mümkün değil…

Lindos’ta akropole çıkmak sırf antik kentten kalanları yakından görmek için değil, muhteşem manzaraları seyredebilmek için de yapılması gereken bir aktivite. Kasabanın kurulduğu tepenin bir yanında Lindos Koyu diğer yanında daha küçük St.Paul Koyu bulunuyor. St.Paul Koyu adını adaya Hristiyanlığı yaymak için gelen ve koyda küçük bir manastır kuran Aziz Paul’den alıyor. Manastırdan günümüze çok bir şey kalmasa da bu doğal koyu yukarıdan tüm çıplaklığıyla; berrak suları, görkemli kayalarıyla seyredebilmek büyük keyif…

Lindos’un antik tiyatrosu tepenin kasabaya bakan yamacına kurulmuş ve yukarıdan tiyatro da görülebiliyor. Tiyatroyu yakından görmek içinse kasabadan farklı bir yoldan yürümek gerekiyor. Antik kenti gezmek çok keyifli ama sıcağın da etkisiyle serin suların çağrısı dayanılmaz hale geliyor. Artık hızlıca Lindos plajına inme vakti 🙂

Rodos’ta girdiğimiz her plaj ayrı güzeldi. Ama Lindos gerçekten bir başkaydı. Doğal kumunun güzelliği, turkuaz mavisi suları ile bu koy gerçekten cennetten bir köşe. Tek kusuru biraz kalabalık olması, buna da yapacak bir şey yok cennet köşelerini başka insanlarla paylaşmayı göze almak gerekiyor 🙂
Sonuç olarak Rodos’a geldiyseniz Lindos’a gelmek, antik kenti gezmek ve muhteşem koylarında denize girmek yapılacaklar listenizin en üst kısmında yer almalı.
Tsambika
Lindos’tan sonra doğu kıyılarındaki diğer koy ve plajları görmek için tekrar kuzeye doğru yol alıyoruz. İlk hedefimiz Tsambika. Tsambika’ya doğru ilerlerken yol üzerinde bazı tarihi kale, tapınak kalıntılarını görmek mümkün oluyor. Özellikle Tsambika koyunu yukarıdan gören Holy Monastery of the Virgin Mary ziyaret edilebilir.

Tsambika plajı gayet temiz ve berrak sulara sahip çok güzel bir plaj. Var olan tesis ve imkanları ile bir günü rahatlıkla geçirebileceğiniz bir yer. En dikkat çeken özelliklerinden biri de deniz içine kurulmuş su parkı. Denizin hemen derinleşmemesinin getirdiği avantajla, bu su parkında her türlü yaş grubundan çocuğa hitap edecek şekilde çeşitli parkur ve oyun alanları kurulmuş. Tsambika’yı çocuklu ailerle için özellikle tavsiye ediyorum.

Faliraki
Tsambika’nın biraz kuzeyinde yer alan Faliraki, adanın önemli kasabalarından biri. Konum itibarıyla da hem merkeze hem adanın ziyaret edilecek diğer yerlerine kolay ulaşılabilir noktada olması Faliraki’nin avantajı. Biz de merkez dışında konaklamak için Faliraki sahilinde küçük bir oteli tercih ettik.
Faliraki plajı da adada gördüğümüz diğer plajlar gibi oldukça güzel bir denize sahip. Lindos ve Tsambika’dan farklı olarak biraz daha hızlı derinleşiyor.

Faliraki’nin kendi plajı dışında, kasabanın biraz güneyinde yer alan Anthony Quinn Koyu adanın da en ünlü koylarından biri. 1961 yılında ünlü aktör Anthony Quinn’in oynadığı “The Guns of Navorone (Navaron’un Topları)” filmi Rodos Adası’nda çekilirken aktör bu koya hayran kalıyor ve bu koyu satın alıyor. Tabii bundan sonra da koyun ünü alıp başını gidiyor. Açıkçası biraz taşlık ve kayalık olan bu koy güzel ama adada ondan çok daha güzelleri var. Elbette görülmeye değer, ama bunları bilerek gitmekte fayda var 🙂

7 Springs
Adada feribotumuzun kalkış zamanı öncesi son birkaç saatimizi değerlendirmek üzere, doğal güzelliğiyle ünlü 7 Springs‘e gitmek için yola çıkıyoruz. Faliraki’den yaklaşık 25 dakikada bu doğal parka ulaşıyoruz.

Bir derenin arka arkaya aktığı 7 küçük şelaleden oluşan 7 Springs, ağaçların ve yemyeşil bir doğanın ortasında saklı bir güzellik. Sabahın erken saatlerinde oraya varınca hemen hemen biz bize bir ortamdayız. Suyun ve doğanın sesini dinliyor, tadını çıkarıyoruz.
Açıkçası mevsimin de etkisiyle 7 Springs’te su yüksekliği oldukça azalmış durumdaydı ve suların aktığı şelalelerin görüntüsü beklediğimiz gibi değildi. Belki burayı bahar aylarında ziyaret etmek daha iyi bir seçenek olabilir.

7 Springs’ten ayrılıp Rodos merkeze doğru yola çıkıyoruz. Artık feribota binip adadan ayrılma zamanı. Aklımızda gördüğümüz muhteşem yerlerin yanı sıra göremediklerimiz de var. Kaplıca sularında yıkanıp denize girebileceğiniz Kallithea Springs, binlerce kelebeğin doğal yaşam alanı olan Kelebekler Vadisi, adanın bir diğer antik dönem merkezi olan Rodos Akropolisi bunlardan bazıları. Kalacağanız süreye bağlı olarak tatil planınıza buraları da ekleyebilirsiniz.
Gezi Tarihi: Ağustos 2022
Kitap Tavsiyesi: Orhan Pamuk – Veba Geceleri
Son yorumlar